09.09.2009-SİYASET- VERGİ DENETİMİ İLİŞKİSİ

?Gelir idaresi? kağıt üzerinde yer alan vergi sistemi ile uygulamada var olan vergi sistemi arasındaki farkın en temel belirleyicisidir. Hep söylediğimiz ?kanunları yapmak önemli değil, önemli olan uygulamadır? sözünün gerisinde yatan kavram ?güçlü, saydam gelir idaresi?dir. Yapılan işin kalitesi en az kanunların kalitesi kadar önemlidir.

Gelişmiş ülkelerin çoğunluğunda vergi politikası ile vergi uygulaması birimleri birbirinden ayrıdır. Vergi politikası birimi klasik maliye bakanlığı örgütlenmesi içinde yer alırken vergi uygulaması maliye bakanlığına bağlı ancak yarı özerk bir yapıda oluşturulur. Yarı özerk yapıdan amaç, demokratik devletin zor kullandığı en geniş alan olan ?vergi alma? işini siyasetin etkisinden uzaklaştırmaktır. Öte yandan politika belirleme hükümetlerin işi olduğundan bu birim bir bakanın, çoğunlukla da maliye bakanının sorumluluğu altında olur.

Ülkemizde de bu gerekçelerle AKP döneminde 5.5.2005 tarihli ve 5345 sayılı Kanunla Gelir İdaresi Başkanlığı (GİB) kuruldu. Politika birimi de Maliye Bakanlığı bünyesinde Gelir Politikaları Genel Müdürlüğü olarak oluşturuldu. GİB sadece vergi uygulaması ile görevli. Bizim GİB özellikle atamalar yönünden yarı özerk değil ama eskinin Gelirler Genel Müdürlüğü?ne kıyasla uygulama işi görünürde Maliye Bakanı?ndan bağımsız. Ancak ülkemizdeki duruma baktığımızda GİB bünyesindeki bazı vergi denetimlerinin tamamen siyasetin kontrolünde olduğu anlamına gelebilecek olaylar görüyoruz.

Bundan bir süre önce bir medya grubuna yönelik olarak yapılan vergi denetimi sonucunda yazılan raporlar üzerine istenilen vergi ve kesilen cezalar bu konudaki ilk örnektir. Toplamı milyar lirayı aşan vergi ve cezalara ilişkin olarak sayın Başbakan?ın o zaman bir televizyon programında yaptığı açıklama/veya ağzından kaçırdığı cümle raporlar işleme konulmadan önce (belki de rapor aşamasından önce) Başbakanın bilgilendirildiğini gösteriyor. Oysa yarı özerk gelir idaresinde bunun olmaması gerekir. Bu konuda Başbakana bilgi verenler suç işlemişlerdir. Rapor uyarınca istenilen vergi ve cezalar konusunda doğru kararı şüphesiz yargı verecektir. Ancak bu durum raporun bazı temel kabulleri konusunda yorumda bulunmamıza engel değil. Bir uzman gözüyle baktığımızda tarhiyatın önemli kısmını oluşturan konulardaki vergi ve ceza uygulamasının dayanağı olarak gösterilen delillerin ve yapılan yorumların kanunlara uygun olmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Yine kanunlara uygun olmayan bir yorumla mükellefin uzlaşma hakkı elinden alınmıştır.

Aynı medya grubuna yönelik olarak dün (7 Eylül 2009 tarihinde) kamuoyuna yansıyan açıklamalardan toplamda 3.7 milyar TL.ye ulaşan ikinci bir vergi ve ceza tarhiyatının daha olduğunu görüyoruz. Medyada yer alan bilgilere göre tarhiyatın Kurumlar Vergisi Kanunu?nun 19 ve 20?nci maddeleri uyarınca yapılan ?hisse değişimi? işlemi ile bazı anonim şirketlerin ortaklık paylarını temsil eden hisse senetlerinin henüz basılmamış olması nedeniyle onun yerine çıkarılmış olan ?geçici ilmühaberler?e ilişkin olduğu anlaşılmaktadır. Anlaşıldığı kadarıyla vergi inceleme elemanı geçici ilmühaberlerin satışının KDV?ye tabi olduğu görüşündedir. Oysa KDV Kanunu?nun 17/4-g maddesine göre hisse senetlerinin satışı KDV?ye değildir. Geçici ilmühaberler hisse senedinin henüz basılmadığı durumda onun yerine geçmek üzere çıkarılır. İlmühaberlerin sahibi yönünden hisse senedinden hiçbir farkı yoktur. Bir hisse senedi henüz basılmamış diye onun öncesinde çıkarılmış olan ve anonim ortaklıktaki hisseyi temsil eden ilmühaberi hisse senedi hükmünde saymamak yanlış olur. Maliye Bakanlığının hisse senetlerinin elden çıkarılmasından doğan kazançların vergilendirilmesine ilişkin açıklamalarını kapsayan 23.03.2000 tarihli ve 232 sayılı Gelir Vergisi Genel Tebliği?nde de ilmühaberlerin hisse senedi hükmünde olduğu ve onlar gibi işlem göreceği açıkça belirtilmiştir. Ayrıca vergilendirmede daima olayın gerçek mahiyeti esastır. Sahibine aynı hakları sağlayan iki belgenin vergi karşısındaki konumu farklı olmaz.

Burada da doğru kararı yargı (tabi ki ihtilaf yaratılırsa) verir demek mümkün. Ancak bütün bunların mükellef açısından bir maliyeti vardır. Vergi kanunları, inceleme elemanlarına mükelleflere dilediği gibi maliyet yükleme olanağı vermemektedir. Hiçbir inceleme elemanının ?ben yazarım, mükellef isterse yargıya gitsin? deme yetkisi yoktur. Üzerinde durmak istediğim husus istenilen vergi ve cezanın yüksekliği nedeniyle medya grubunun baskı altına alındığı veya zor durumda bırakıldığı değildir. Mükellef hatalı ise vergi cezasının miktarı önemli değildir. Peki raporların doğru olup olmadığına kim karar verecek. Tabi ki bağımsız yargı. Ancak bu durum inceleme raporlarının bazı temel kabullerini değerlendirmemize engel değil. Diğer ilginç olan bir nokta da vergi kanunlarına açıkça aykırı yorum ve öneriler taşıyan bu raporların ?rapor okuma komisyonları?ndan nasıl geçtiğidir. Rapor okuma komisyonları ?kararı yargı versin? deme yerleri değildir. Sonuçta buların hepsi GİB?nın sorumluluğundadır.

Ne Yapılabilir?:
Teknik olarak ne yapılabilir? Tarhiyatta açık bir vergi hatası olduğuna göre Vergi Usul Kanunu?nun düzeltme hükümlerine göre tarhiyatın düzeltilmesi mümkün. Ya da uzlaşma ve dava açma müesseselerinin yaratacağı zaman içerisinde hatalı tarhiyat nedeniyle, birden fazla inceleme elemanından oluşan bir grup tarafından yeniden vergi incelemesi yapılabilir. Bunlar teorik ihtimaller tabi. Bu ihtimallerin gerçekleşeceği bir iklim gözükmüyor Ankara?da.

Sonuç Yerine:
Sayın Maliye Bakanı?nın bakanlıktaki bazı atamaları bu tür raporların yazılmasını teşvik edici niteliktedir. Sayın Bakanın yönetim anlayışı bu tür raporlara prim vermektedir. Öyle anlaşılıyor ki orta vadeli program ve orta vadeli mali planın yasal süreler bir hayli geçmiş olmasına rağmen hala yayımlanmamış olması, bütçe çağrısının yapılmamış, 2010 yılı bütçe hazırlığının başlamamış olması Maliye Bakanı?nın ilgi alanında değil. Ama bu tür raporlar ve bu raporları teşvik edici atamalarda sayın Bakan bir hayli titiz (!)

AKP?nin Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) Taslağı gerçekte bağımsız yargıyı kontrol altına almaya yönelik bir operasyon. Kamuoyuna sunulan gerekçe ise demokratikleşme ve bağımsız yargı. Peki 2005?ten bu yana kağıt üzerinde yarı özerk bir gelir idaremiz var. Yani öncesine kıyasla daha bağımsız bir gelir idaremiz olmalı. Yarı özerk gelir idaresi dönemini, Maliye Bakanlığı bünyesindeki eski Gelirler Genel Müdürlüğü dönemiyle kıyaslarsak şöyle diyebiliriz; eski dönemde siyasetin etkisini taşıdığı izlenimi veren uygulamaları hatırlamıyoruz. Kurumların özerkliği her şeyden önce siyasi kadroların buna inanmasına bağlı. Bugün yönetimde böyle bir siyasi kadro yok.

Hedef bağımsız yargı ile birlikte bağımsız medyayı ve böylece haberleşme özgürlüğünü yok etmek. Dün hükümetin dört bakanı Trabzon?da AB Reform İzleme Grubu?nun toplantısını yaparken, Ankara?da AKP?nin hedefinin demokratikleşme ve AB değil ?TOTALİTARİZM? olduğu ortaya çıkmıştır.

Viagra çok çok lezzetli değildir. Yerinde olması gerektiğini tüm bulmak zaten karar verin. Biz sirk geldi ve sevdim aldım. hemen şimdi kurtarmaz Ereksiyon Olamıyor Musunuz Sen üç gün beklemek zorunda.