Dönem: 26 Yasama Yılı: 2 Tarih: 15.6.2017 Birleşim: 107 BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, gündemde olan bir konuyla ilgili görüşlerimi Genel Kurulla paylaşmak istiyorum. Yasama yetkisinin sahibi olan Türkiye Büyük Millet Meclisi ve onu oluşturan milletvekilleri, anayasal sınırlar çerçevesinde, toplumda var olan siyasi görüşlerin temsilcileridir. Serbest seçimlerle halk adına karar alma yetkisi verilen milletvekilleri asli görev olarak Parlamentoda görev yaparlar. Onların asli görev alanının Parlamento olması bu göreve üstün bir kamusal nitelik vermektedir. Anayasa'mızın 67'nci maddesinde de temsil yetkisi düzenlenmiştir. Milletvekilleri, Anayasa'nın 67'nci maddesi çerçevesinde halktan aldıkları temsil yetkisini kullanırlar. Bu yetkinin asıl kullanılma yeri Parlamento yani Türkiye Büyük Millet Meclisidir. İşte, bu temsil yetkisine müdahale etmemek, bunu engellememek hukukun temel kuralı olmalıdır. Nitekim, Anayasa'mızın 83'üncü maddesi de "Yasama dokunulmazlığı" başlığı altında yasama dokunulmazlığı ve yasama sorumsuzluğu müesseselerini düzenlemiştir. Bu çerçevede, Türkiye Büyük Millet Meclisinin izni olmadıkça hiçbir milletvekili gözaltına alınamaz, sorguya çekilemez, tutuklanamaz, yargılanamaz, ana kural budur. Temsil yetkisinin özüne hiçbir şekilde dokunmamak gerekir. Ancak 2016 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisinin kabul etmiş olduğu bir yasayla, belli bir tarih itibarıyla milletvekilleri hakkında düzenlenmiş olan fezlekeler için yargılama yolu açılmıştır. Yani Anayasa'nın 83'üncü maddesinde sözü edilen Türkiye Büyük Millet Meclisinin izni sağlanmıştır. Dolayısıyla bu çerçevede, haklarında belli bir tarih itibarıyla fezleke düzenlenmiş olan milletvekillerinin yargılanması, kabul edilmiş olan o yasanın, Anayasa değişikliğinin doğal bir sonucudur. Ancak burada yine önümüze Anayasa Mahkemesinin Mustafa Balbay ve Mehmet Haberal kararları çıkmaktadır. Bu kararlar temsil yetkisinin Anayasa'nın 67'nci maddesinden kaynaklandığını ortaya koyarak hiçbir uygulamanın temsil yetkisini, bu yetkinin özünü zedelememesi, bunu ortadan kaldırmaması gerektiğini söyler. Yani buna göre milletvekilleri yargılanabilir, milletvekili hakkında bu yargılama sonucunda hüküm tesis edilebilir ama hiçbir zaman milletvekilleri tutuklanamaz, ana kural budur. Hükmün kesinleşmesi hâlinde milletvekilliği görevinin nasıl sona ereceği, milletvekilliğinin nasıl düşeceği yine Anayasa'nın ilgili maddelerinde düzenlenmiştir. Bu söylediğim bütün milletvekilleri için geçerlidir. Bu konuşmayı, çok kısa bir şekilde, 8 Aralık 2016 tarihli Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda bir vesileyle bu kürsüden ifade etme ihtiyacını duymuştum, bugün yine bunu tekrarlama ihtiyacını duyuyorum. Tutuklamayla ulaşılmak istenen bir kamusal yarar vardır ancak temsil yetkisinden kaynaklanan kamusal yarar, üstün kamusal yarar olarak hukukta isimlendirilir ve diğer kamusal yararın önüne geçer. Dolayısıyla milletvekillerinin tutuklanmaması esastır. Milletvekili dokunulmazlığı bir ayrıcalık değildir, yasama yetkisinin yerine getirilebilmesi, özgür ve bağımsız bir şekilde hiçbir baskı altında kalmadan yerine getirilebilmesi için bir araçtır. Dolayısıyla bunu bir ayrıcalık olarak değerlendirmemek gerekir. Tutuklama, bütün vatandaşlar için istisnai bir yol olmalıdır yani tutuklamanın öznesi kim olursa olsun hukuktan ayrılmamak gerekir; böyle söyleyeyim. Son olarak şunları söyleyeceğim: Türkiye Büyük Millet Meclisi, toplumumuzun bütün renkleri ile görüşleriyle temsil edildiği, millî iradenin tecelli ettiği en yüce makamdır. Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak, buradaki bütün üyeler, bütün milletvekilleri olarak hepimizin huzur ve barış içinde bir toplum idealine ulaşmak hedefimizin olduğuna eminim, hiçbirimizin bu konuda farklı düşündüğünü sanmıyorum. İşte bu ideale ulaşmak için şimdi, birbirimize sarılma zamanı, birbirimizle kucaklaşma zamanı ve bu barış ve özgürlük havası içinde aydınlık geleceğe hep birlikte yürüme zamanıdır. Bu dileklerimi Genel Kurulla paylaşma ihtiyacını duydum, beni dinlediğiniz için teşekkür ediyorum.