Kenti yönetenler rantı istediği gibi, istediği kişiye veremezler; orada, herkesin hakkı vardır

Konu:    Çevre Kanunu Ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi Münasebetiyle

Yasama Yılı:       2

Birleşim:             23

Tarih:    28/11/2018

CHP GRUBU ADINA MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; teklifin ikinci bölümü üzerinde yapacağım konuşmada 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun'da yapılması öngörülen değişikliklerle ilgili konuşacağım.

Değerli milletvekilleri, 6306 sayılı Kanun, yaşadığımız 1999 depreminden sonra 16 Mayıs 2012 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından kabul edilmiş olan bir kanundur. Bu kanun, deprem tehlikesi sonrasında, yaşadığımız deprem felaketinden sonra yaşamamız muhtemel o deprem tehlikesine yönelik olarak alınması gereken önlemleri düzenleyen çok önemli bir kanundur. Çok olumlu düzenlemeleri vardır, iyi niyetle yapılmış birçok düzenleme vardır, iyi niyetle atılmış birçok adım vardır ancak ona rağmen sorun yaratan, uygulamada komşuluk ilişkilerini zedeleyen, toplumsal barışı örseleyen, iyi niyetli olmayan kişilere haksız kazanç kapılarını aralayan birçok düzenlemesi de vardır. 6306 sayılı Kanun'da değişiklik yapılırken uygulamada sorun yaratan ve iyi niyetli olmayan kişilere haksız kazanç kapılarını aralayan bu yanlış hükümlerin de düzeltilmesi gerekirdi, gönül bunu isterdi. Yapılan birkaç düzenleme var ancak bunların yeterli olmadığını ifade etmeliyim.

Değerli arkadaşlar, Türkiye'de 20 milyon bağımsız birim vardır. 20 milyon bağımsız birimin -konut veya iş yeri- 15 milyonu 1999 depreminden önce yapılmıştır, 5 milyonu 1999 depreminden sonra yapılmıştır. 1999 depreminden sonra yapılan yapıları depreme güvenli olarak alırsak 15 milyonluk yapının, bağımsız birimin 1999 depreminden önce yapılmış olması nedeniyle deprem karşısında veya diğer doğal afetler karşısında riskli yapılar olduğunu kabul edebiliriz.

Türkiye nüfusunun yüzde 42'si birinci derece deprem kuşağında yaşamaktadır. İkinci derece deprem kuşağında yaşayanların oranı nüfusumuzun yüzde 24'dür. Bir ve ikinci derece deprem kuşaklarında yaşayanların toplamı toplam nüfusumuzun yüzde 66'sıdır, bu da yaklaşık 58 milyon insan demektir. 58 milyon kişi şu veya bu derecede muhtemel bir deprem tehdidine karşı riskli yapılarda oturmaktadır. 6306 sayılı Kanun, işte bu riskli yapılarda oturan 58 milyon insanımızın ihtiyaç duyduğu yeni binaların yapılması, mevcut riskli binalardan güvenli yapılara dönüşümü gerçekleştirmek amacıyla çıkarılmıştır. Fakat bütün bu işi piyasaya emanet eden bir kanunun başarılı olma şansı yoktur. Bugüne kadar kanunun yarattığı birçok sorun vardır, bu sorunlar bu teklifte giderilmiyor. Birkaç önergemiz var asgariden birtakım sorunları çözmeye yönelik olarak verdiğimiz, sırası geldiğinde onlarla ilgili Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun görüşlerini de sizlerle paylaşacağız.

Değerli milletvekilleri, her şehir değişir, dönüşür, evrilir. Ancak bu şehir İstanbul gibi uzun yıllar boyunca, özellikle 1950'den sonra, çok büyük ölçüde göç almış ve yaklaşık yirmi yıldır da deprem tehdidi altında kalmış olan bir şehir ise bu dönüşüm, bu evrilme kaçınılmazdır. Ancak bu kaçınılmazlık noktasında, bu zorunluluk çerçevesinde kentsel dönüşüm bağlamında yapılan uygulamalar, şehrin yöneticileri için şehir ticari bir metadan öte bir anlam taşımıyorsa şehir ruhunu kaybeder. Bugün İstanbul ruhunu kaybeden bir şehir konumundadır. Mahalleler yok oluyor. "Ya, ne var?" diyebilirsiniz "Bir bina yıkılıyor yenisi yapılıyor." Öyle değil. "Mahalle kültürü" denen bir kavramdır. Bu kültürü yok ettiğiniz zaman o şehre hayat veren, can veren bir parçayı, bir uzvu kesip almış olursunuz. Şehir, insanlığın tarihi boyunca meydana getirmiş olduğu en büyük fiziki yapıdır. Ve İslam mimarisinden örnek vereceğim; İslam mimarisinde şehir, cennet tasavvurunun yansımasıdır. Cennet yani çelişkilerin, çatışmaların olmadığı bir yer; mutluluğun, huzurun olduğu bir yer; şehir böyledir. Şehirde, insanlar arasındaki fiziki ve sosyal mesafeler en aza iner, kaldırılır. Bunu kaldırdığınız zaman veya en aza indirdiğiniz zaman, insanların toplumsallaşmasını sağlarsınız, komşuluk ilişkileri gelişir, mutluluk meydana gelir. Ama İstanbul'u örnek olarak alacaksak İstanbul böyle bir şehir değil. İstanbul örnek, başka şehirler buradan farklı değil. Biraz önce Trabzon Milletvekili arkadaşımız Sayın Hüseyin Örs Trabzon'dan örnek verdi. Eminim, başka şehirlerde başka arkadaşlarımız başka örnekler verir. Bugün İstanbul, İstanbul kentinin yöneticileri dediğimiz zaman aklımıza belediye başkanları geliyor, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı geliyor. Yerel anlamda yöneticileri kastediyorum ancak yöneticilerimiz bunlarla sınırlı değil. İki yöneticimiz daha var: TOKİ ve Çevre ve Şehircilik Bakanlığı. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı, TOKİ ve Çevre ve Şehircilik Bakanlığı üçlüsü karşısında İstanbullular çaresiz. Nerelerde, hangi binalarda yaşayacağımıza, nasıl bir çevrede yaşayacağımıza şehrin sakinleri, İstanbullular değil, bu üçlü karar veriyor.

Değerli milletvekilleri, İstanbul ya da başka büyük kentler... İstanbul'u örnek veriyorum, Türkiye'nin her yerine uyabilecek bir örnektir. İstanbul'la ilgili, Sayın Cumhurbaşkanının, 2 Ekim 2018 tarihinde çok önemli bir demeci oldu: "İstanbul'a ihanet ettik, bundan ben de sorumluyum, biz de sorumluyuz." Bunu ben bir öz eleştiri cümlesi olarak almak isterdim yani: "Birçok kötü şey yapıldı ama artık bundan sonra İstanbul'da güzel şeyler olacak." Nitekim, ondan kısa bir süre sonra Sayın Cumhurbaşkanımız bir demeç daha verdi: "İstanbul'da bina yüksekliği 5+1 katı geçmeyecek."

Değerli arkadaşlar, 2 Ekim 2018 tarihinden bu yana sadece Çevre ve Şehircilik Bakanlığının İstanbul'da yapmış olduğu imar planı değişikliği sayısı 70'dir. 70 imar planı değişikliğiyle toplam 25 milyon metrekarelik yeşil alan veya sosyal donatı alanı imara açılmıştır, yapılaşmaya açılmıştır. Sayın Cumhurbaşkanı "Artık İstanbul'da binalar 5+1 kat yüksekliğini geçmeyecek." demiş olmasına rağmen, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı yüksekliği 120 metreye çıkan binalara izin vermiştir, bunların imar planı değişikliklerini yapmıştır. Şimdi, nasıl oluyor? Çevre ve Şehircilik Bakanlığı bu imar planı değişikliklerini yaparken, bu kadar yeşil alanı imara açarken Sayın Cumhurbaşkanının bundan haberi olmayabilir mi?

Çok sevdiğim, değerli bir mimar vardır, kitaplarını zevkle okudum; şu an hayatta değil, Allah rahmet eylesin: Mimar Turgut Cansever. "Kubbeyi Yere Koymamak" diye çok güzel bir kitabı vardır, çok etkilendiğim bir kitaptır. Şöyle der, Mimar Sinan ekolünü anlatır: "Mimar Sinan ekolünde mimaride yanındakini geçmek yoktur, yanındakine uyum sağlamak vardır; Süleymaniye Camisi, Büyük Sinan'ın Süleymaniye Camisi bunun bir örneğidir. Süleymaniye Camisi kubbeden avluya doğru minarelerin kademeli olarak azalan yüksekliğiyle Haliç'e uyum sağlar. Tersinden ifade edecek olursak avludan kubbeye doğru minarelerin kademeli olarak yükselmesiyle ve kubbesiyle birlikte diğer tarafta Ayasofya'ya uyum sağlar. Yanındakini geçmek yoktur." Ama bugün imar planı anlayışında yanındakini geçmek vardır. Emsal ve yükseklik uygulamalarıyla bugün İstanbul'da imar cinayetleri işlenmektedir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Toparlayalım.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) - Toparlıyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN - Buyurun.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) - Teşekkür ediyorum.

Emsal, yükseklik; bunlar o parsel sahibinin hakkı değildir, bunlar İstanbul'da yaşayan bütün insanların hakkıdır. Yöneticiler, kenti yönetenler, kentin imar planlarını yapanlar bu rantı istediği gibi, istediği kişiye veremezler; orada, herkesin hakkı vardır.

Değerli arkadaşlar, konuşacağım çok şey var ama zaman izin vermiyor. Fikirtepe uygulamasına ilgili önergede değineceğim, o maddede bir değişiklik öneriyoruz. Fikirtepe'de binlerce aile bugün bir inşaat çukuruna bakarak evlerinin inşaatının başlamasını bekliyor ama ortada bu inşaatı yapacak hiç kimse yok, devlet de buna seyirci.

Hepinize saygılar sunuyorum, iyi akşamlar diliyorum. (CHP ve İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim.