Bizim liyakate ihtiyacımız var, sadakate değil

Dönem: 27 Yasama Yılı: 2 Tarih: 28.05.2019 Birleşim: 84 Ham Tutanak Sayfası:229-

Konuşmacı: MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ Seçim Çevresi: İSTANBUL

Tutanak Metni:

    MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; teklifin tümü üzerinde şahsım adına söz aldım. Sözlerime başlarken hepinizi saygıyla selamlıyorum. 
    Konuşmamda teklif metninin Komisyondan geçen hâliyle 16'ncı maddesinde yer alan düzenleme vesilesiyle, Türkiye'deki kamu personel rejimi üzerinde kısa bir değerlendirme yapacağım. 
    Teklifin 16'ncı maddesi, Dışişleri Bakanlığının bağlı kuruluşu olan Avrupa Birliği Başkanlığında çalışmakta olan uzman ve uzman yardımcılarının Dışişleri Bakanlığı meslek memurluğuna ya da konsolosluk ve ihtisas memurluğuna geçişini düzenliyor; maddenin esası budur. Bu, doğrudan doğruya kariyer ilkesine aykırı bir düzenlemedir; biraz sonra onun ayrıntılarına zamanın izin verdiği ölçüde gireceğim. Ama ona girmeden önce, Avrupa Birliği Başkanlığının Türkiye'deki serüveni hakkında çok kısaca bilgi vermek istiyorum; bu, aynı zamanda AK PARTİ iktidarlarının Avrupa Birliğine bakışını gösteren bir özet olacak. 
    Türkiye, 10-11 Aralık 1999 tarihinde Helsinki Zirvesi'nde -Avrupa Konseyi devlet ve hükûmet başkanlarının katıldığı bir zirvedir bu- AB'nin tam üye adayı ilan edilmiştir; zamanın Başbakanı Sayın Bülent Ecevit'ti. Sonrasında 27/6/2000 tarihinde 4587 sayılı Kanun'la Avrupa Birliği Genel Sekreterliği oluşturuldu. 2000'de AB Genel Sekreterliği oluşturulduktan sonra 2001 yılında -hatırlanacaktır- Türkiye Büyük Millet Meclisinde bulunan tüm siyasi partilerin uzlaşmasıyla, AB'ye hazırlık sürecini hızlandırmak amacıyla kapsamlı bir Anayasa değişikliği yapıldı. Çok özgürlükçü bir paketti, şu an AK PARTİ'nin içinde olan birçok milletvekili, kurucu da o pakete o zaman destek oyu vermişti, gerçekten güzel bir adımdı. 2004 yılında 2 partili Mecliste, Cumhuriyet Halk Partisi ve Adalet ve Kalkınma Partinin bulunduğu Mecliste yine kapsamlı bir Anayasa değişikliği AB'ye uyum düzenlemeleri çerçevesinde yapıldı. 2009 yılında 5916 sayılı Kanun'la AB Genel Sekreterliği güçlendirildi, 5 olan daire başkanı sayısı 15'e çıkarıldı. 2010 yılında Avrupa Birliği Bakanlığı kuruldu, Genel Sekreterlik AB Bakanlığına dönüştü. 9 Temmuz 2018'de 703 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'yle AB Bakanlığı lağvedildi ve Avrupa Birliği Başkanlığı olarak Dışişleri Bakanlığı bünyesinde bir birim oluşturuldu, oraya bağlandı. Şimdi, bu maddeyle AB Bakanlığında şimdi Avrupa Birliği Başkanlığında yetişmiş olan uzman ve uzman yardımcıları bir sınavla -basit bir sınav olacağını düşünüyorum- Dışişleri Bakanlığı meslek memurluğuna aktarılacaktır.
    Değerli arkadaşlar, Avrupa Birliğine tam üyelik süreci Türkiye'nin tam üyeliğiyle sonuçlanması gereken ve bugüne kadar Türkiye'nin yönünün Batı olması nedeniyle bütün siyasal partiler tarafından da -belki istisnalar olabilir- desteklenen bir süreçtir. Sayın Tayyip Erdoğan, şimdi Cumhurbaşkanımız o zaman Başbakan, 13/7/2011 tarihinde, Türkiye Büyük Millet Meclisinde 61'inci Hükûmet Programı'nı bu kürsüde okurken şöyle bir cümle kurdu, tarihî bir cümle, bu cümlenin altına sanıyorum hepimiz imzamızı atarız. Bakın, şöyle diyor: "Cumhuriyetin kuruluşundan sonra en büyük modernleşme hamlesi olan Avrupa Birliğine katılım sürecini kararlılıkla yürüttük." En büyük modernleşme bizim tarihimizde, cumhuriyet tarihinde birincisi cumhuriyettir, ikincisi de gerçekten AB'ye katılım sürecidir. Devam ediyor: "Yaklaşık yarım asırlık bir süre sonrasında sonuç alıcı adımlarla AB'yle tam üyelik müzakerelerini başlatan Hükûmet olduk." Güzel, gerçekten, 17 Aralık 2004 tarihinde AB'den tam üyelik veya imtiyazlı üyelik -her neyse, o tartışmayı bir kenara bırakalım, önemli değil, imtiyazlı da olsa bunlar aşılabilir- takvime alındı ve tarama süreci başladı. AB Genel Sekreterliği daha sonra Avrupa Birliği Bakanlığı bünyesinde ciddi bir hafıza oluştu, birikim oluştu. Şimdi, bunu ters yüz ediyoruz, burayı yok ediyoruz. AB'ye tam üyelik, bir zamanlar toplumda büyük bir heyecan yaratırken şimdi potansiyel bir kırılma, gerginlik alanına dönüşmüş durumda. S400 ve F35 arasına sıkışmış kalmış bir AB tam üyelik sürecinin Türkiye'ye yarar getirmesi mümkün değil, böyle bir süreç işlemiyor zaten, Avrupa Birliğiyle ilişkiler işlemiyor, yürümüyor. Bir ara iktidar, ilgili bakanlar açıklama yaptılar, yeniden bu sürece ivme kazandırmak amacıyla sayın bakanların açıklamaları oldu, mutlulukla karşıladık ama ilerleyen bir şey yok. Bu, tersine giden bir süreç, doğru bulmuyoruz. Türkiye yeniden AB'ye tam üyelik sürecini büyük bir kararlılıkla yürütmek zorundadır. Türkiye elbette ki onurundan, duruşundan tabii ki taviz vermeyecektir, ulusal politikalarımız vardır ama unutmayalım ki AB tam üyelik süreci, AB tam üyeliği bir ekonomik iş birliğinden önce bir siyasal özgürlükler, bir demokrasi iş birliğidir. Türkiye bu konularda mutlaka ve mutlaka adım atmalıdır.
    Değerli arkadaşlar, kamu personel rejimine ilişkin bir değerlendirme yapacağımı ifade etmiştim. Dünyada iki tür kamu personel rejimi vardır: Birincisi, kariyer rejimi ya da kariyer sistemi. İkincisi, kadro sınıflandırma sistemidir. Kariyer rejimi ya da kariyer sistemi Kıta Avrupası'nda, İngiltere'de uygulanan bir sistemdir. Burada görevler yasalarla tanımlanmıştır ve kişi meslek hayatına başlarken bütün çalışma hayatı boyunca çalışmasını geçireceği bir sürecin içinde yer almaya hazırlanır; mesleğe giriş ve sonrasındaki bütün yükselmeler sınavladır. Çok güzel bir sistemdir.
    Bir de kadro sınıflandırma sistemi vardır. Amerika Birleşik Devletleri, Yeni Zelanda, Avustralya gibi ülkelerde uygulanan sistemdir. Özel sektör esaslı bir tasniftir bu. İş tanımlanır, bu iş tanımına uygun olarak özel sektörden kişiler alınır.
    Bizim hukukumuz, bizim sistemimiz bugüne kadar -bugüne kadar diyorum, tabii, AK PARTİ döneminde bunda çok büyük sapmalar oldu- kariyer sistemini benimsemiştir. Ama bu sistem kabul edin, biraz üzerinde durun, bozuldu, yıkıldı arkadaşlar.
    Rakamlar vereceğim size, Türkiye İstatistik Kurumunun rakamlarıdır bunlar. Devlet Personel Başkanlığının da rakamları var ama TÜİK'in rakamlarını daha güvenilir buldum. Bir kere devlet büyüdü sizin döneminizde, "Küçülttük." falan diyordunuz ya, o iddialarla yola çıkılmıştı, devlet büyüdü. 2007 yılı rakamı, daha öncesini TÜİK vermiyor, tüm kamu personelinin sayısı 2 milyon 925 bin. 2019 1'inci çeyrek 4 milyon 517 bin. 2007'den 2015'e yüzde 65 oranında artmış. Devlet daha iyi hizmet sunacaksa kamu personelinin sayısal olarak artışında hiçbir sakınca yok. Devlet ulaşamadığı yerlere gidecektir ama kamu hizmetlerinin daha iyi yürütüldüğünü söyleyemeyiz diye düşünüyorum.
    Bunun dağılımına gireceğim şimdi, bu dağılım son derece çarpıcı. Dağlımda, sözleşmeli personel sayısında 2007 yılında sayı 224 bin iken 2013'e geldiğimizde bu sayının 105 bine indiğini görüyoruz. Sözleşmeli personelin zaman içerisinde iki yasal düzenlemeyle kadroya geçirilmesinden kaynaklanıyor. Olabilir, iktidar bu yönde bir tercihte bulunabilir ama 2013'te 105 bine inen bu sayı şimdi 2019'un birinci çeyreğinde tekrar 370 bine çıkmış. Sevgili arkadaşlar, kariyer sistemi altüst olmuş durumda, sınavlar yok. Bu, sözleşmeli personel istihdamından memuriyete geçiş artık sınavsız bir şekilde insanların kamuda istihdamının yolunu açmaya dönüşmüştür, bu bir örnek. "Teftiş kurullarını kaldırıyoruz." dedi hükûmetler -o zaman AK PARTİ hükûmetleri vardır- rehberlik ve denetim hizmetleri başkanlığı kuruldu bakanlıklarda. Şimdi bakıyorum -daha yeni- Sağlık Bakanlığında ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığında yeniden teftiş kurulu başkanlıkları oluşturuldu. Kültür ve Turizm Bakanlığında da denetçinin adı, denetmenin adı müfettiş olarak değiştirildi. Hani bundan vazgeçmiştiniz, tekrar eskiye niye dönüyorsunuz? Adalet Akademisi bir örnek. Adalet Akademisi vardı...
    (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
    MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) - Sayın Başkan...
    BAŞKAN - Buyurun. 
    MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) - Evet, kürsüden uzak kalınca konuşma sürelerini ayarlayamadık, kusura bakmayın. (CHP sıralarından alkışlar) 
    ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Estağfurullah. 
    LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) - Bravo Başkan. Bu bir özlemin ifadesi. 
    MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) -Sağ olun. 
    Şimdi, Adalet Akademisi güzel bir kurumdu, kaldırıldı bu. Ne kuruldu? Hâkim ve Savcı Eğitim Merkezi oldu yeni sistemle beraber. Sonra, ya bu olmadı denildi, yeniden Türkiye Adalet Akademisi oluşturuldu, adı yine Türkiye Adalet Akademisi. Arkadaşlar, yapbozla bunlar olmuyor, bunlar doğru şeyler değil. 
    Bakın, Nizamülmülk, biliyorsunuz, Büyük Selçuklu İmparatorluğu'nun muhteşem veziri, Alparslan ve oğlu Melikşah'ın veziri. Yirmi dokuz yıl vezirlik yapar, çok güzlü bir vezirdir. Siyastetname'si muhteşem bir eserdir. Melikşah görev verir vezirlerine "Bu devlet nasıl daha iyi işler, bir araştırın. Devlet niye bozuluyor?" diye. Nizamülmülk yazar, bakın, bütün eserin ana teması adalettir, onun devlet teorisi adalet üzerine oturur ve şöyle bir cümle kullanır: "Küfr ile belki amma zulm ile payidar kalmaz memleket." Küfür ile belki...
    (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
    BAŞKAN - Toparlayın Sayın Başkan.
    MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) - Son cümlelerim Sayın Başkan, çok teşekkür ediyorum. 
    Yine tarihten bir örnek daha vereceğim: 1912 Balkan Savaşlarında bizim askerimiz erzakını, mühimmatını, elindeki silahını bırakıp kaçar. 500 bin metrekarelik Rumeli topraklarını ve 5 milyon nüfusu terk ederiz, nüfus göç eder Türkiye'ye. Bunun nedeni nedir biliyor musunuz arkadaşlar? İki nedeni vardır: Bir, 1908'de ittihatçı genç subayların belki baş kaldırması olabilir ama asıl ana neden, II. Abdülhamit'in orduda liyakat yerine sadakati esas alan bir anlayışla subaylara rütbe vermesidir, terfi sistemini buna göre kurmasıdır. Sultan Abdülaziz'in tahttan indirilmesinin gerekçelerini, nedenlerini iyi bilen, ordunun yaptığı o darbeyi iyi bilen Abdülhamit, liyakati bir kenara atmış, sadakati öne çıkarmış ve Balkan bozgununu bu nedenle yaşamışızdır. Bizim liyakate ihtiyacımız var arkadaşlar, sadakate değil. 
    Teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)