HAMZAÇEBİ: “ÇÖZÜM YOLU GÜVEN!”

HAMZAÇEBİ: “ÇÖZÜM YOLU GÜVEN!”

Mersin'de konuşan CHP PM üyesi ve İstanbul Milletvekili M. Akif Hamzaçebi, ekonominin sıkıntılı bir sürece girdiğini belirterek çözümün güvenden geçtiğini söyledi.      

Bir dizi temaslarda bulunmak üzere Mersin'de bulunan CHP Parti Meclisi Üyesi ve İstanbul Milletvekili M. Akif Hamzaçebi, Cumhuriyet Halk Partisi Mersin İl Başkanlığı binasında gerçekleştirdiği basın açıklamasında önemli değerlendirmelerde bulundu. Ekonominin zor bir süreçten geçtiğini dile getiren Hamzaçebi, çıkışın güveden geçtiğini belirterek “Türkiye'ye güven olacak. Türkiye'ye güven hukuktan geçer” dedi.

“TÜRKİYE DEPREME HAZIRLIKLI OLMALI”

Konuşmasına İstanbul’da yaşanan depreme dair değerlendirmelerde bulunarak başlayan CHP'li Hamzaçebi, deprem toplanma alanlarının AVM, rezidans ya da gökdelen olduğunu dile getirdi. Uzmanların 2030 yılına kadar büyük bir deprem olacağı uyarısını anımsatan Hamzaçebi, “1999 yılında yaşadığımız deprem felaketinden sonra İstanbul'da muhtemel bir depremi hepimiz bekliyoruz. Bu deprem ne zaman olacağı yönündeki beklenti Türkiye'deki herkeste, özellikle de İstanbullularda var. Elbette ki bunun olmamasını arzu ederiz. Asla kimse bir depremin olmasını istemez. Ama bilim adamları İstanbul'da bir depremin olacağını söylüyor. Bu depremin 2030 yılına kadar olacağını söyleyenlerin sayısı, 2030 yılından sonra olacak diyenlerin sayısından daha fazla.

Depreme hazırlık, tüm Türkiye'nin meselesi. Özellikle de İstanbul'un öncelikli meselesi. Türkiye’nin yüzölçümünün yüzde 42'si birinci derece deprem kuşağındadır. İkinci derece deprem kuşağında olan bölgelerimizin Türkiye yüzölçümüne oranı yüzde 24'tür. İkisini toplarsak yüzde 66 eder. Yani Türkiye yüzölçümünün yüzde 66'sı birinci ve ikinci deprem kuşağındadır. Bu kuşaklarda oturan, ikamet eden vatandaşların toplamı da 58 milyondur. Böyle bir riskle karşı karşıyayız. Türkiye'de toplam yapı stoku 20 milyon adet. 20 milyon bağımsız bölüm vardır, bunun 15 milyonu 99 depreminden önce yapılmış, 5 milyonu ise 99 sonrası yapılan yönetmelik değişikliğinin sonrasına isabet eden yapılar olmuştur. Bu 5 milyonun depreme karşı dayanıklı olduğu kabul ediliyor. Demek ki 15 milyon bağımsız yapı depreme karşı risk taşıyan birimlerdir. Bunun elbette acil olanı, ikinci planda ve daha az tehlikeli olanları vardır. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'nın yapmış olduğu açıklamalara göre, bu yapı stokunun 1 milyon 875 bini İstanbul'dadır. Deprem karşısında kentsel dönüşümle yenilenmesi gereken yapılardır bunlar. İşte bütün hazırlık bunun için olmalıdır” diye konuştu.

“DEPREM TOPLANMA ALANLARI AVM OLDU”

2012 yılında çıkartılan yasa ile kentsel dönüşümün tamamen piyasaya emanet edildiğini belirten Hamzaçebi, “Oysa piyasa bu dönüşümü süratle dönüştürme imkânına sahip değil. Hele ekonomik kriz yaşıyorsak, piyasa hiçbir şekilde bu dönüşümü gerçekleştiremez. Bu dönüşüme devlet öncülük etmek zorundadır. Eğer öyle olmazsa her depremde yüreğimiz ağzımıza gelir.

Depremde akla ilk gelen 'deprem toplanma alanı'dır. 99 depreminden sonra İstanbul'da toplam 470 deprem toplanma alanı belirlenmiştir. Maalesef aradan geçen zaman içerisinde bu alanlar önemli ölçüde imara açılmış ve deprem toplanma alanı olma özelliğini kaybetmiştir. O 470 alandan günümüze sadece 77 tanesi kalmıştır. Cumhurbaşkanı dün yüz binlerce deprem toplanma alanından söz ediyor fakat böyle bir şey yok. Şu anda 77 tane kaldı. Diğerleri ise ya AVM, ya rezidans ya da gökdelen oldu. Böylesi bir inşaat çılgınlığı, rant tutkusu, rant arzusu İstanbul'un deprem toplanma alanlarını yok etmiştir. Deprem toplanma alanı, insanların sokağa çıkması, meydanlara çıkması değildir. Bu alanlar, geçici iskân bölgesidir. Uzun süre o insanlar orada yaşayacaktır. Prefabrik konutlar yapılacaktır. Sağlık üniteleri oluşturulacaktır, elektrik, su olacaktır. İnsanlar uzun süre orada yaşamak durumunda kalabilir. Bunu düşünerek bir deprem toplanma alanı oluşturursun. Yoksa günlerce insanlar sokakta nasıl yaşayacak?

Cumhurbaşkanı’nın 21 Ekim 2017 tarihinde 'İstanbul'a ihanet ettik. Bu ihanetten bende sorumluyum' açıklaması vardır. Güzel bir açıklamaydı. Çünkü burada öz eleştiri var. Yanlışın neresinden dönersek kardır. Bizler bu açıklamadan sonra İstanbul'da imar anlayışının değişeceğini düşündük. Hatta 2 Aralık 2017'de 'İstanbul'da binalar artık 5+1 katı geçmeyecek' diye bir açıklama daha yaptı ve biz daha da mutlu olduk. Fakat ne zaman böyle açıklamalar yapılsa daha sonrasında Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, 50 katlı, 150 metre yüksekliğindeki binalara izin verdi. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı belediye gibi ruhsat veren bir yapıya dönüşmüştür.

Cumhurbaşkanı'nın 'İstanbul'a ihanet ettik' cümlesinden bu yana toplamda 20 milyon metrekarelik yeşil alan inşaata açılmıştır. Bu anlayışın “depreme hazırlık yapıyoruz” açıklamasını samimiyetle asla karşılamıyoruz. İstanbul'da artık yeni bir belediye var. Belediye üzerine düşen çalışmayı elbette yapacaktır ama asıl görev, merkezi hükümetindir. Kentsel dönüşümün mekanizmalarını kuracak olan ve buna devletin el atmasını sağlayacak olan iktidardır” ifadesini kullandı.

“TÜNELİN UCUNDA IŞIK GÖRÜLDÜĞÜ LAFLAR AYLARDIR EDİLİYOR AMA GÖRÜNEN IŞIK FALAN YOK”

Ekonominin giderek kötüleştiğini ifade eden Hamzaçebi şunları söyledi: “Her şeyin özeti sokakta, pazarda. Herkes işine yarayacak rakamı belki bulup bir yerlerden söyleyebilir ama sokağa ve pazara çıkarsanız gerçeği orada görürsünüz. Hepimiz bunu görüyoruz. Rakamlar da bunu saklamaya yetmiyor.

Türkiye ekonomisinin 5 öncelikli meselesi var. Birincisi ekonomik durgunluktan, krizden çıkış. Türkiye son 3 çeyrektir küçülüyor. 2018'in son çeyreği yani Ekim, Kasım ve Aralık ayında ekonomi yüzde 2,8 oranında küçüldü. 2019'un ilk 3 ayında yani Ocak, Şubat ve Mart ayında ekonomi yüzde 2,4 oranında küçüldü. 2019 Nisan, Mayıs ve Haziran aylarında da ekonomi yüzde 1,5 oranında küçüldü. Son 3 çeyrektir yani 9 aydır Türkiye ekonomisi küçülüyor ve küçülme süreci devam ediyor. Tünelin ucunda ışık görüldüğü laflar aylardır ediliyor ama görünen ışık falan yok. Rakamlar bunu göstermiyor. TÜİK'in bütün istatistiklerine maalesef müdahale edilmesine rağmen o rakamları krizi gizlemeye yetmiyor. Kriz rakamlarda da kendini gösteriyor. Ortalama ve potansiyel olarak her yıl yüzde 4, 4,5 büyüme imkânına sahip Türkiye ekonomisi maalesef krizlerle boğuşuyor. Ekonominin birinci önceliği durgunluktan çıkıştır.

İkinci önceliğimiz enflasyonun indirilmesidir. Son TÜFE rakamı yüzde 15'tir. Geçen yılın sonlarında bu rakam yüzde 25'ti. Yüzde 15 resmi rakamdır. Sokaktaki ve pazardaki rakam bunun daha üzerindedir. Nitekim İstanbul Ticaret Odası'nın enflasyon endeksi TÜİK'in enflasyon endeksinin aşağı yukarı 2,5 kat üzerindedir. Son aya ilişkin enflasyon endeksi 0.83 TÜİK rakamı, yüzde 2,5 İstanbul Ticaret Odasının rakamıdır. İstanbul Ticaret Odası sadece İstanbul'u kapsar, hesaplama yöntemi farklıdır denebilir ama 2,5 kat fark varsa orada durup düşünmek lazım.

Ekonomimizin üçüncü önceliği bütçe açığının azaltılmasıdır. Bütçe açığı bütçede hedeflenen açığın üzerindedir. Hepiniz biliyorsunuz Merkez Bankasının ihtiyat akçeleri bir kanun çıkarılarak Merkez Bankasından alındı ve bütçeye aktarıldı. Toplam 41 Milyar liradır bu rakam. Bunun 20 milyarı Haziran 2019'da bütçeye aktarıldı. Kalan 20 küsur milyarı da Temmuz ayında bütçeye aktarıldı. Buna rağmen bütçe açığı azalmış değil. Bakın Haziran bütçe açığı 20 milyar aktarılmasına rağmen 78 milyara ancak inebilmiştir. Temmuz bütçe açığı yine 20 küsur milyar aktarılmış olmasına rağmen 78'den 68'e ancak inebilmiştir.

Bütçe kanunundaki bütün yıl öngörülen açık 78 milyar liradır ama bugüne kadar hazinenin borçlandığı rakam bu rakamın çok üzerinde olup 105 milyar liradır. Bütçe iktidara, yönetime, Sayın Cumhurbaşkanına 78 milyar borçlanma yetkisi verdiği halde Hazine ve Maliye Bakanlığı 105 milyar lira borçlanmıştır. Bu ne demektir? Bütçe kanunun verdiği yetkiyi aşmışsınız. O limiti yüzde 5 oranında Hazine ve Maliye Bakanı artırabilir, yüzde 5 de Cumhurbaşkanı artırabilir. İkisinin artırma toplamı son derece sınırlıdır. Şu an itibariyle o artırımları bile kullanmış olsak rakam 18 Milyar lira aşılmıştır. Bütçe kanunun öngörmüş olduğu borçlanma limiti 18 Milyar lira aşılmıştır ve ek bütçe yapılmasını zorunlu kılar. Buradan Sayın Cumhurbaşkanına ben çağrıda bulunuyorum. Meclis açılır açılmaz ek bütçe kanun teklifini TBMM'ye getirin. Aksi takdirde bütün harcamalarınızın kanuni dayanağı olmaz. Meclisin size verdiği yetkiyi aşmış olursunuz.

Ekonomimizin dördüncü önceliği yüksek işsizliğin azaltılmasıdır. Bugün biz nereye, hangi ile gidersek vatandaşın bizden talebi “oğluma iş bulun, kızıma iş bulun” olmaktadır. Bugün ekonomi 2007 yılının gelir düzeyine sahiptir. 2007 yılında kişi başına gelir 9 bin 600 dolar idi, 2018 yılında da kişi başına gelir 9 bin 600 dolar. 12 yıldır Türkiye ekonomisi yerinde sayıyor. 2008'de Türkiye’nin milli geliri 776 milyar dolar idi, 2018 milli geliri de 784 milyar dolar'. Aşağı yukarı aynı seviye. Nüfus o zaman 72 milyon idi şimdi ise 82 milyon. Nüfus da arttı. Bakın 12 yıldır yerinde sayan, ufku, rotası olmayan bir ekonomi politikası var. Bu politikanın Türkiye'yi çıkışa götürebilmesi, tekrar büyüme sürecine taşıması asla mümkün değildir. Gelip geçici saman alevi büyümeler olabilir ama sürdürülebilir devamlı büyüme ortamını bu ekonomi politikalarıyla yakalamak, gerçekleştirmek asla mümkün değildir.

Ekonomide beşinci önceliğimiz dolarizasyondur. Vatandaşın Türk parasını güvenli bulmayıp tasarrufunu yabancı paraya dönüştürmesidir. Bankalardaki mevduatın yüzde 52'si yabancı para cinsindendir. Bu oran geçmiş dönemlerde yüzde 35'lere inmiştir. Kriz döneminde bu rakam daha da yükselmiştir. Böyle “dolarınızı bozdurun” demekle olmuyor.

“KİMSE TÜRK PARASINA GÜVENMİYOR”

Bugün bir ülkenin ulusal parası 2 amaçla kullanılır. Bir, alışverişte; ikincisi ise tasarruf aracı olarak. Türk Lirası tasarruf aracı olmaktan çıkıyor ve kimse Türk parasına güvenmiyor. İlk kez bu krizde şunu gördük: Türkiye ekonomisi sürekli olarak dışarıdan gelen paraya bağımlıdır. Bu para geldiği zaman ekonomik büyümeyi gerçekleştirmiştir. Bu para gelmediği zaman büyüme durmuştur. Türkiye'de çok yüksek büyüme dönemleri olmuştur. Türkiye'de 2000 sonrası dönemleri kastediyorum. Bakın o dönemlerde Türkiye'ye çok yüksek para gelmiştir. 70 - 80 milyar dolara yakın gelen yıllar olmuştur. Hem şirket satın almak için hem Borsa İstanbul'a girmek için hem bankadaki mevduata para yatırmak için hem devlet iç borçlanma senedi alabilmek için Türkiye'ye gelen paranın toplamının yaklaşık 70 - 80 milyar dolarlara ulaştığı yıllar olmuştur. İlk kez 2018 ve 2019 yılında gördük ki Türkiye'ye para gelmiyor, Türkiye'den para çıkıyor. Onun için büyüme bir türlü normale dönemiyor. Yurt içindeki var olan parayı da devlet borçlanma yoluyla piyasadan çekiyor. Geriye özel sektörün, esnafın borçlanacağı bir para kalmıyor. Borçlanmak istese de bankalar bu kriz ortamında kimseye kredi vermiyor.

Ekonomi bugün bu durumda. Şirketler, esnaf borcunu ödeyemiyor ve kredi alamıyor. Çıkış yok mu? Elbette ki çıkış var. Çıkış nerede biliyor musunuz? Bir kere önce güven. Türkiye'ye güven olacak. Türkiye'ye güven hukuktan geçer. Hukuk olursa herkes kendini güvencede hissederse, 'Yarın başıma bir iş gelir' endişesini hiç kimse yaşamazsa güven olur. Güven ve hukuk olmazsa yatırım ve üretim olmaz, durur, yerimizde sayarız. CHP olarak Türkiye ekonomisi düze çıkaracak programımız vardır. Kendi iç tasarruflarımıza döneceğiz. Kendi kaynaklarımıza döneceğiz. Hukuku inşa edeceğiz. Hukuk devletini inşa edeceğiz. Çıkış bizdedir. İktidar bizden yararlanmak isterse biz kendi kadromuzla bu yardımımızı ve görüşlerimizi her zaman iktidara iletmeye hazırız.”