Teklifte bozulan bütçe disiplini ve yükselen kamu borcunu iyileştirecek bir düzenleme görmüyorum

TUTANAK HİZMETLERİ BAŞKANLIĞI

22.10.2020 tarihli PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU

Konuşmacı: MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ Seçim Çevresi: İSTANBUL

Tutanak Metni:

    MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
    Değerli milletvekilleri, Sayın Bakan Yardımcıları, bürokrasinin değerli temsilcileri; geçen hafta cuma günü AK PARTİ Grup Başkan Vekili Sayın Muş bir açıklama yaptı; görüşmekte olduğumuz bu teklifi Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verdiklerini, ancak vergi ve prim borcu yapılandırmasına ilişkin önergeleri de teklif görüşülürken Komisyona sunacaklarını söyledi. Bugün Dünya gazetesine baktım, Dünya gazetesinde verilecek olan önergelerin ayrıntıları yazıyor; eğer önergeler de aynı mahiyetteyse, aynı içerikteyse tabii, o kaydı da belirteyim. Matrah artırımının hangi yılları kapsadığı, artırılan matrahlar üzerinden hangi oranda vergi ödeneceği, işletme kayıtlarının düzeltilmesine yönelik düzenlemelerin içeriğinin ne olacağı yazılmış durumda ama ben bu görüşmelere katılan bir milletvekili olarak, dünya gazetesindeki gazeteci arkadaşımızın bildiğini bilmiyorum. Sayın Muş bunu açıkladıktan sonra hangi arkadaşlar bu önergeyi verecekse, doğru olan bu önerge veya önergeleri hemen komisyon toplandığı anda burada bulunan komisyon üyelerine ve tüm milletvekillerine dağıtmaktır. Bu önergeleri beklediğimizi ifade ediyorum. Basının bildiğini herhâlde milletvekilinin de bilmesi en doğal hakkıdır diye düşünüyorum.
    Değerli milletvekilleri, coronavirüs süreciyle birlikte yaşamakta olduğumuz ekonomik krizin daha da derinleştiğini biliyoruz. Bu çerçevede iktidar bir takım önlemler alıyor. Biz iktidara yardımcı olmak amacıyla 25 Mart 2020 tarihinde Cumhuriyet Halk Partisi Genel Merkezinde yapmış olduğumuz bir basın toplantısıyla toplumsal dayanışma programı adı altında bir paketi açıkladık. Burada yer alan ve önergelerle sunulacak olan tekliflerin bir bölümünü -aslında önemli bir bölümünü- kamuoyuna açıklamıştık.
    Örneğin vergi ve prim borcu yapılandırması bir kısmı ödemesiz, faizsiz olmak üzere o teklifimizde yer alıyordu. Çok daha ileri düzenlemeler önerdik. Aslında sadece kriz dönemi düzenlemesi değil, daimi müessese olarak düşünülebilecek bir takım müesseseler önerdik.
    Örneğin zarar mahsubunun geriye doğru yapılması. Bugün birçok gelişmiş ülkede bu düzenleme vardır. Şu anda vergi mevzuatımızda zarar mahsubu geleceğe yönelik olarak 5 yıl süreyle vardır. Oysa o işletmelerin gelecekte kâr edip etmeyecekleri belli değildir. Dolayısıyla bu mahsubu geçmiş yılların kârlı olması hâlinde geriye doğru 2 yıl gitmek suretiyle, geriye doğru yapabiliriz diye düşündük.
    Şüpheli alacak karşılığı ayrılması hâlini, kriz dönemine münhasır olmak üzere kolaylaştıran öneriler yaptık. Herkesi dava ve icra safhasına mecbur bırakmayalım istedik. Dava ve icra aşamasının ertelendiğini de biliyoruz. Bir takım düzenlemelerle o aşamaya götürmeden şüpheli alacak karşılığının daha kolay ayrılmasını önerdik.
    Yatırım indirimiyle ilgili kolaylaştırıcı öneriler yaptık.
    Birçok önerimiz o teklifte yer alıyordu. Umarım bizim önerimizin bir kısmını kopya eden sayın teklif sahipleri diğer önerilerimizi de dikkate alır. Belki bu düzenlemede, belki daha sonra başka düzenlemelerde buraya getirirler.
    Şimdi, tartışmamız gereken Türkiye'nin ekonomik olarak nereye gittiğidir. Türkiye bir ödemeler dengesi kriziyle karşı karşıyadır, rezervlerimiz erimiştir, resmî rakamlara göre 88 milyar dolar olarak gözüken rezervler, hazine mevduatı ve bankaların zorunlu karşılıkları dikkate alındığında 10 milyar dolara kadar inmektedir. Swap işlemlerini düştüğümüzde eksi 45-46 milyara kadar düşen bir rezerv söz konusudur. Böyle bir ortamda Türkiye'nin konuşması gereken budur. Bu açık tehlike, ödemeler dengesi kriz riski nasıl önlenir bunu konuşmak gerekir. Teklifin bu anlamda buraya yapacağı herhangi bir katkı olduğunu düşünmüyorum.
    Yine Türkiye'nin ekonomiyle ilgili kurumları gerekli güveni vermiyor. Bağımsız olarak tanımlanan ama bağımsız olmayan Merkez Bankasından tutun ekonomiyle ilgili diğer kurumlara, düzenleyici denetleyici kurumlara kadar hiçbir kurum kurumsal kapasitesi itibarıyla bu krizde bu kurumlara güvenebiliriz izlemini, güvenini, kamuoyuna, ekonomideki aktörlere vermiyor
    (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
    BAŞKAN LÜTFİ ELVAN - Buyurun efendim. Devam edin.
    MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
    Bütün bozuk göstergelere rağmen en sağlam göstergesi olarak bilinen bütçe disiplini ve kamu borcunun düşüklüğü gibi kriterlerde de Türkiye artık bu avantajını kaybetmiş durumda. Kamu-özel iş birliği projeleri ve diğer gözükmeyen borçları dikkate aldığımızda ve bizatihi kamu borcunun nicel olarak yükselmekte olduğunu dikkate aldığımızda Türkiye bu alandaki avantajını da kaybetmektedir. Aslında konuşmamız gereken konular bunlardır. Teklifte ben bunları iyileştirecek bir düzenleme görmüyorum. İktidar alelacele bir takım önlemler alıyor ama bu önlemlerin yaşamakta olduğumuz ekonomik krizi ve coronavirüsten kaynaklı yaşadığımız sıkıntıları aşmakta yetersiz olduğunu görüyoruz, alınan önlemlerin hedefine ulaşmadığını görüyoruz. Örnek veriyorum, kredi muslukları açıldı, doğal olarak açılmak durumundadır. Ama "Bu kredi gerçekten ihtiyaç sahiplerine mi gitmiştir, üretim sektörüne mi gitmiştir, esnafa mı gitmiştir?" diye baktığımızda rakamlarda bunu görmüyoruz. Ben rakamlara baktım, kredi hacminde 600 milyar TL'yi aşkın bir büyüme olduğunu görüyoruz. Ama ticari mevduatta aşağı yukarı eylül 25'lerde 113 milyar TL, şimdi ekim başı 94 milyar TL artış var yani kredi açılmış ama ihtiyacı olmayan birtakım ticari işletmeler bunu almış, kendi ticari mevduatına yatırmış ileride lazım olur bunu kullanırım diye. Ne yaptı iktidar başka? Dövize olan talebi önlemek için daha önce sıfıra indirilmiş olan banka ve sigorta muameleleri vergisi oranını önce binde 2'ye, sonra yüzde 1'e çıkardı. Yüzde 1'e çıkınca dövize olan talep azaldı mı? Azalmadı. Bankalardaki toplam yabancı mevduata baktığımızda bu vergi önlemine rağmen yüzde 53'lere ulaşan bir döviz mevduatı olduğunu görüyoruz toplam mevduat içerisindeki döviz mevduatının payı.
    (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
    BAŞKAN - Buyurun.
    MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
    Ne yaptı iktidar? "Ya, bu aldığımız önlem geriye tepti, bir dakika, biz bunu yeniden binde 2'ye indirelim." Şimdi, ekonomi bilimini biraz bilmiş olanlar, biraz geçmişten ders almış olanlar bu hataları yapmaz. Yüzde 1'e çıkarıldığı zaman o marjı Tahtakale piyasasıyla döviz mevduatı sahibi, dövizi talep eden kişi bölüştü, devlete bir şey gelmedi. BDDK aktif rasyosunu kullanmak suretiyle bankaları kredi vermeye zorladı. Eğer bir piyasa güvenle çalışmıyor ise onu siz zorla birtakım önlemlerle çalıştırmaya muktedir olamazsınız, bu, mümkün değil. Bunların hepsi ters tepti. İşi bilmeyen bir kadro var, bunu tespit edelim. Bu kadar önlem alınıyor.
    50 bin kantinci var Türkiye'de, kantin esnafı var. "Bu kantin esnafına ne yaptınız?" diye ben sormak isterim. Okullar kapalı, kantinler kapalı. Kahvehaneler hukuken açık ama müşteri yok. 500 bin kahvehane var Türkiye'de. "Bunlar için hangi önlemi aldınız?" diye sormak istiyorum ama verilecek bir cevap yok tabii ki.
    (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
    BAŞKAN - Buyurun.
    MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) - Teklifle ilgili teknik konularda maddelere gelince ayrıntılı olarak görüşlerimi ifade edeceğim. Özellikle, vergiyle ilgili maddelerde sorun var. Şirketin kendi hisse senetlerini satın alması hâlinde tarif edilen matrah örneğin, emisyon primi ödenmiş olan şirketlerde sorun arz ediyor, mükerrer vergileme ihtimalleri orada çıkıyor, bunun gibi daha birçok konu var. Bunları da maddeler sırasında ifade edeceğim.
    Teşekkür ederim.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
    İlkin, söz almayacaktım, söz almak istedim, sonra vazgeçtim, Sayın Lütfi Elvan burada olsun da söyleyeceklerimi kendisi dinlesin diye düşündüm, o nedenle vazgeçtim. Sonra, gelir gelmez, ne zaman gelir bilemiyorum, o nedenle düşüncelerimi 1'inci madde üzerinde ifade etmek istiyorum.
    Sayın Başkan, sizin Komisyon Başkanlığı görevini yürüttüğünüz süre içerisinde, Komisyona katıldığım zamanlarda son derece demokratik bir şekilde Komisyonu yönettiğinizi gördüm, bunun için size teşekkür ederim. Fakat Lütfi Elvan, demokratik geleneklerden, parlamento hukukunun kurallarından ayrılarak kendi koymuş olduğu kurallar çerçevesinde Komisyonu yönetmeye çalışıyor. Bunu da demokratik açıdan yanlış bulduğum gibi, parlamento hukukuna da aykırı buluyorum.
    Örnek vermek istiyorum. Önce, parlamento hukukunu bir tanımlamak gerekir. Çoğunlukla "İç Tüzük" kavramı kullanılır, ben "parlamento hukuku" kavramını kullanmayı tercih ederim çünkü Parlamento çalışmalarını düzenleyen kuralların sadece bir tanesidir Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü. En tepede Anayasa vardır, onun altında kanunlar vardır, altında İç Tüzük vardır, Başkanlık Divanı kararları vardır, Türkiye Büyük Millet Meclisinin Başkan Vekillerinin kendi aralarında yapmış oldukları mutabakatlar vardır ve en sonunda da en az ilk saydıklarım kadar güçlü olan parlamento teamülleri vardır; bunların hepsi parlamento hukukunu oluşturur. Örnek veriyorum: Bütçenin Genel Kurulda görüşülmesi sırasında gider artıcı, gelir azaltıcı önerge verilemez. Bu kural İç Tüzük'te yer almaz, hiçbir kanunda yer almaz, bu kural Anayasa'da yer alır. Toplantı ve karar yeter sayılarına ilişkin hükümler doğrudan doğruya Anayasa'da yer alır. Bunlar için ayrıca İç Tüzük'te bir hüküm aramaya gerek yok.
    Şimdi, Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda bir yasa teklifi görüşülürken maddelerdeki konuşma süresi beş dakikadır; ister grup başkan vekili konuşsun, ister milletvekili konuşsun, ister iktidar partisinden olsun konuşan milletvekili, ister muhalefet partisinden -iktidar-muhalefet partisi kavramları da değişti, her neyse, ayrı bir konu- olsun konuşan milletvekili konuşma süresi beş dakikadır. Yasa teklifinin tümünde gruplar adına konuşma süresi yirmi dakikadır, şahıslar adına on dakikadır; maddeleri üzerinde veya bölümleri üzerindeki konuşma süreleri de onar dakikadır. Hiçbir konuşma süresi o partinin grup başkan vekiline farklı, diğerine farklı uygulanmaz.
    Şimdi, Sayın Elvan açıklama yapıyor, diyor ki: "Komisyondaki grup sözcüleri teklifin üzerinde yirmi dakika konuşur, diğer üyeler on dakika, işte, Komisyon üyesi olmayanlar da beş dakika konuşur." Bu, parlamento hukukuna, İç Tüzük'e aykırı. Genel Kurulda tümü üzerinde yirmi dakika konuşma yetkisi olan bir milletvekilinin burada Komisyon sözcüsü olmadı diye tümü üzerindeki konuşmasını on dakikayla sınırlayamazsınız. Bunu elbette Komisyon üyeleri daha iyi değerlendirir. Genel Kurulda madde üzerinde on dakika konuşma hakkı olan bir milletvekilinin burada bırakınız maddeyi, tümü üzerindeki konuşmasını beş dakikayla sınırlayamazsınız, sınırlanamaz. Ayrıca, İç Tüzük'te komisyonlarla ilgili konuşma süresini sınırlayan bir hüküm yoktur. Neden yoktur? Komisyonda bütün ayrıntılarıyla teklifler, önergeler tartışılacaktır, bütün ayrıntılarıyla burası ihtisas komisyonu. Ama ihtisas komisyonundaki konuşma sürelerini "Ya, bir an önce bitsin bu, nasıl olsa hep bilinen şeyler konuşuluyor, hiç önemli değil, bir an önce Genel Kurula bunu yetiştirelim." anlayışıyla kısıtlarsanız bu olmaz, aykırı yani nerede görülmüş Komisyon sözcülerine yirmi dakika süre verip diğerlerine on dakika, beş dakika süre vermek. Komisyon böyle bir mutabakata varmış olabilir; bu mutabakatı son derece aykırı buluyorum, yanlış buluyorum, demokrasiye aykırı görüyorum.
    Sekiz yıl Plan ve Bütçe Komisyonunda çalıştım, sınırsız konuşma süreleri vardı. Elbette, bir makul sınır her zaman vardır yani evet, İç Tüzük'te komisyonlarda konuşma süresini kısıtlayan bir hüküm yoktu ama bir teamül vardı yani sonuçta "teamül" diyelim buna. Teamül neydi? Teamül şöyleydi: Tümü üzerinde konuşmalar Komisyon özeli için yirmi dakika, diğerleri için onar dakikadır. Şimdi, bunu, bu kuralı, bu teamülü -ki Parlamento hukukunun kaynağıdır- nerede bu kural diye İç Tüzük'te bir hüküm olarak aramaya gerek yoktur, teamüller arasındadır bu. Bu ortadan kaldırılmış durumda. Bir süre önce, pandemi sürecinde katıldığım bir Komisyon toplantısında madde üzerinde verilen söz süresi üç dakikaydı. "Efendim, öyle kararlaştırdık." demek şimdi bu doğru değil.
    Değerli arkadaşlar, burada ne kadar ayrıntılı konuşulur ise bu teklifler, kanunlar o kadar mükemmel olur. Muhalefetin görevi, buradaki siyasi parti gruplarının görevi sadece eleştirmek değildir; var olan teklifi kendi mantığı içerisinde bile olsa daha iyi hâle getirmektir, daha iyi bir yasa çıkmasını sağlamaktır. Bu imkânı neyle kullanacaktır milletvekilleri? Konuşma süreleriyle kullanacaktır. Sayın Elvan'ın Komisyon yönetimine ilişkin olarak söylüyorum, bu son derece yanlış. Arkasından konuşmuş gibi oluyorum ama tutanaklarda vardır, kendisi bunları görecektir: "Efendim, süreyi esnetiyoruz nasıl olsa." demek doğru değil yani beş dakika, ben tümü üzerinde ilkin bu konuşmayı yapmayı düşündüm. Tümü üzerinde bunu konuşursam, esasa ilişkin söyleyeceklerimi söyleyemeyecektim. O nedenle söylemedim, orada da bir tartışma açmayı arzu etmedim Komisyonun kendi kültürü, bir huzuru vardır; onu bozmayı da arzu etmedim ama bu doğru değil.
    Değerli arkadaşlar, süre kısıtlaması, aşırı süre kısıtlaması asla doğru değil.
    (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
    OTURUM BAŞKANI ABDULLAH NEJAT KOÇER - Buyurun.
    MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) - Toparlıyorum Sayın Başkan.
    Komisyon Başkanı, Komisyondaki milletvekillerinin hiyerarşik amiri değildir. "Şu kadar süre verdim." deme hakkına sahip değildir. Komisyon Başkanı, Komisyondaki çalışmaların Parlamento hukuku kurallarına uygun bir şekilde, iyi bir atmosferde yürütülmesini sağlamakla görevlidir. Bunları söylemek istedim değerli Başkan.
    Maddeyle ilgili olarak iki cümleyle şunu söyleyeyim: Madde prensip itibarıyla olumludur ancak bu işçi ve işveren sigorta primlerinin İşsizlik Fonu'ndan değil, bütçeden karşılanması İşsizlik Fonu'nun ihdasının gerekçesine daha uygun olacaktır.
    Teşekkür ederim.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
    Tutanaklardan konuşmamı okumanızı önereceğim çünkü ayrıntılarıyla orada anlattım, onları tekrar etmeyeceğim ama bir şey söylediniz, o konuda çok kısaca bir görüşümü ifade etmek isterim. Evet, İç Tüzük'te komisyondaki konuşma süreleriyle ilgili bir düzenleme yok. Buradan şöyle bir çıkarsama yaptığınızı anladım: "Olmadığına göre biz istediğimiz gibi belirleyebiliriz." Bu, doğru değil. Şimdi, Genel Kurulda bir yasa teklifiyle ilgili olarak asgari konuşma süresi beş dakikadır. Bu görüşme önerge üzerindeyse bu süre beş dakikadır, madde üzerindeyse bu konuşma süresi on dakikadır, tümü üzerindeyse yirmi dakikadır. Komisyonda bundan daha az bir sürenin olması mümkün değil. Burada, elbette, komisyonun teamülleri hatırlanacaktır, komisyon nasıl bir teamül geliştirmiştir, ona bakmak lazım ama hiçbir zaman burada komisyon üyesi olmayan bir milletvekili için bir madde üzerindeki konuşma süresi beş dakikadan az olamaz. Madde üzerinde beş dakika konuşma süresi hakkı olan bir milletvekilinin herhâlde teklifin tümü üzerindeki konuşma süresinin beş dakikadan daha uzun olması lazım, bu da asgari on dakikadır. Dolayısıyla açıklamanıza katılmıyorum Sayın Başkan.
    Teşekkür ederim.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
    Konuya ben biraz farklı bir açıdan yaklaşacağım. Kamu görevlileri hakkında suç işledikleri iddiasıyla cumhuriyet savcılarının doğrudan harekete geçmemesinin nedeni kamu hizmetlerinin sürekliliğidir. Eğer her şikâyet nedeniyle cumhuriyet savcıları harekete geçecek olursa kamu görevlileri ve kamu hizmeti bundan büyük bir zarar görür. Bu, ta Osmanlı İmparatorluğu zamanında fark edilmiş ve 3 Mart 1927 tarihli Memurin Muhakematı Hakkında Kanunu Muvakkat çıkarılmıştır. 1876 Anayasası'na göre, Meclis-i Mebusanın toplanmadığı, Meclis-i Umuminin toplanmadığı hâllerde padişah geçici olarak bir kanun çıkarabiliyordu, buna kanunu muvakkat deniyordu. O çerçevede çıkarılmış olan bir kanundur ancak o kanun kanunu muvakkat olmasına rağmen 1999 yılına kadar yürürlükte kalmıştır. 1999 yılında -hâlen yürürlükte olan- 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun yürürlüğe girmiştir. Bu ilke doğru bir ilkedir. Kamu görevlileri sürekli olarak kendilerini savcı karşısında bulacak olurlarsa gerçekten kamu hizmeti çok daha yapılmaz bir hâle gelebilir. O zaman, bürokraside imza atmak zorlaşır, adım atmak zorlaşır. Bu, doğru bir ilkedir ancak bu ilke doğru olmakla birlikte, Türkiye İş Kurumu Kanunu kabul edilirken neden bunun aksine bir kural benimsenmiştir, doğrusu bunu merak ediyorum. Genel ilkeye Türkiye İş Kurumu personelini de dâhil etmeyi doğru buluyorum, doğru buluyorum ama neden daha önce farklı bir ilke benimsenmiş, genel kuraldan ayrılınmış? Bunu biraz açıklamakta, bunun üzerinde durmakta yarar var. Türkiye İş Kurumu Yönetim Kurulu Başkanı ve üyeleri ile personeli 4483 sayılı Kanun kapsamında alınırken, Türkiye İş Kurumu Kanunu'nun 14'üncü maddesinin ikinci fıkrası yürürlükten kaldırılırken üçüncü fıkrayı da düşünmekte yarar var o zaman çünkü ikinci ve üçüncü fıkralar birbirini tamamlayan fıkralardır. Üçüncü fıkra -aynen okuyayım- diyor ki: "Kurum iş ve işçi arayanların isteklerini karşılayamamaktan ve hizmet akdi yapılmasına aracılık ettiği hallerde, tarafların ileri sürecekleri zarar ve ziyandan sorumlu değildir." İlk bakışta çok doğru bir hüküm gibi geliyor ama kurumu âdeta her şeyden muaf tutuyor. Yani personel koruma altına alındığı gibi, kurum da koruma altına alınmış burada. Oysa kurum çalışanının herhangi bir nedenle iş arayan bir kişiye vermiş olduğu zarar nedeniyle kurumun da sorumlu olması esas olmalıdır. Kişi kuruma karşı dava açabilir, sonra kurum dönüp personeline rücu eder. İkinci fıkrayı yürürlükten kaldırırken üçüncü fıkrayı bir daha düşünmekte yarar var.
    Teşekkür ederim.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
    Çok kısa bir değerlendirme yapacağım. Getirilen düzenleme Anayasa Mahkemesinin iptal kararının gerekçesini karşılamıyor. Gazetecilerin, çalıştıkları her yıl için doksan gün fiilî hizmet zammı almak suretiyle diğer çalışanlara kıyasla daha erken emekli olmalarını sağlayan bu düzenleme Anayasa Mahkemesi tarafından "Yasama organının yetkisinde olan bir konu yürütme organına bırakılamaz." gerekçesiyle iptal edildi. Önceki yasa iptal edilen yasa konunun içeriğinin çıkarılacak yönetmelikle belirleneceğini düzenliyordu. Bu doğal olarak Anayasa'nın 7'nci maddesine göre yasama organının yürütme organına devri anlamını taşıyor. Bırakın bunu, yani gazetecilerin veya bir toplum kesiminin emeklilik haklarının yürütme organının kararına bırakan bir düzenlemeyi; bir başka konuda da yasalar hiçbir zaman yönetmeliğe ya da Cumhurbaşkanlığı kararına atıf yapmazlar. Şimdi, yönetmelik yerine Cumhurbaşkanlığı kararnamesi getirilmiş. Hangi Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi? 14 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi'ne göre "Basın kartı sahibi olup fiilen çalışanlar." Yarın, 14 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi kaldırılıp yerine 27 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi getirildiği anda bu kanun hükümsüz hâle gelir. Yasa hiçbir zaman yürütme organının bir işlemine atıf yapmaz. Kanun yapma tekniğinde bunun yeri yoktur. Bu açıdan da düzenleme yanlış. Arkadaşlarımızın verdiği önerge var, o olabilir. Sayın Şener'in belirttiği gibi bir başka önerge getirilebilir. Arzu ediliyor ise kendi içinde tutarlı olması açısından söylüyorum, o Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin içeriği neyse bu aynen yasaya da yazılabilir, doğru olanı budur.
    Teşekkür ederim.