Vergi Usul Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/3572)

TUTANAK HİZMETLERİ BAŞKANLIĞI

21.04.2021 tarihli PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU

Konuşmacı: MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ Seçim Çevresi: İSTANBUL

Tutanak Metni:

    MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
    Değerli milletvekilleri, bürokrasinin, sivil toplumun ve basının değerli temsilcileri; teklif, akaryakıt piyasasını disipline etmek, bu piyasadaki kaçakları önlemek ve yine sigara ve diğer tütün mamulleri ile alkollü içkiler piyasasını disipline etmek amacıyla hazırlanmış, bu çerçevede birtakım önlemleri içermektedir. Prensip olarak teklifi olumlu bulduğumu ifade ediyorum ancak "disipline etmek" "düzenlemek" "vergi kayıp ve kaçaklarını önlemek" derken, bu amaçla birtakım tedbirler getirilirken bunda biraz aşırıya gidilmiş olduğunu görüyorum; konuşmamı bu çerçevede yapacağım.
    Önce şunu söylemek isterim: Biz geçen yıl Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda 25/11/2020 tarihinde 7257 sayılı Kanun'u kabul ettik. Kanun Elektrik Piyasası Kanunu ile Maden Kanunu ve ilgili diğer birtakım kanunlarda değişiklikleri kapsamaktaydı. Kanunun komisyon görüşmelerine katıldım. Komisyonda şunu gördüm: Sayın Berat Albayrak'ın Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı olduğu dönemde Maden Kanunu'na getirilmiş olan birtakım düzenlemeler vardı. Bu düzenlemelerde maden yatırımcılarının ve maden işletmecilerinin herhangi bir şekilde Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığında bir işi olması hâlinde bu işin görülmesinden önce vergi borcunun ödendiğine dair belgenin getirilmesi isteniyordu. O adımları saydım yani enerji sektöründeki, maden sektöründeki yatırımcıların ve işletmecilerin Enerji Bakanlığındaki işleri hangileridir diye o kanunda onları tek tek saydım, tam 18 adet adım sayılıyordu, işlem sayılıyordu. Bu adımların her birinin atılmasından önce ilgili kişiden "Git, vergi borcunun olmadığına ilişkin bir yazı getir." talebinde bulunuluyordu. Bunun amacı vergi gelirlerini artırmaktı. Fakat 2020 yılında kabul edilen, yasalaşan bu teklifte bunun tam tersi bir anlayışla o getirilmiş olan sıkı düzenden vazgeçilerek bu 18 adım 3-4 adıma indirilerek diğer işlemlerin yapılması aşamasında, adımların atılması aşamasında vergi borcunun ödendiğine ilişkin, vergi borcunun olmadığına ilişkin yazının aranmasından vazgeçiliyordu ve ben bu vazgeçmeyi doğru bulduğumu ifade ettim. Eğer mükellefin kamuyla olan ilişkilerinin her bir aşamasında ondan vergi borcunun ödendiğine ilişkin yazıyı isterseniz piyasayı, ekonomiyi işlemez hâle sokarsınız. Bu çerçevede burada 2 maddede bu tip önlemler getiriliyor, ona ilişkin birtakım rakamları da vererek görüşümü ifade etmek istiyorum.
    Madde 6'da bayilik lisanslarının verilmesine ilişkin olarak vergi borcunun olmadığına ilişkin bir yazının getirilmesi isteniyor. Madde 11'de dağıtıcı ve oto gaz şirketlerinin bayilik lisanslarına ilişkin olarak yine vergi borcunun olmadığına ilişkin bir belgenin arandığını görüyorum.
    Değerli arkadaşlar, vergi tahsilat oranlarının yıllar itibarıyla seyrine baktığımızda bu önlemlerin hiç olmadığı 2000-2007 döneminde vergi tahsilatının tahakkuka oranının yüzde 90-92 seviyelerinde olduğunu görüyoruz. Tahakkuk eden her 100 liralık verginin 90 veya 92 lirası bu dönemde tahsil edilmiş. Daha sonra bu tahsilat oranlarının düştüğünü görüyoruz.
    (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
    BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Devam edelim.
    Buyurun.
    MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
    Şu an bu tahsilat oranları yüzde 80 seviyelerine indiğini görüyoruz, tahsilat oranları düştükçe bu tür zorlayıcı tedbirlere başvurulduğunu görüyoruz. Bu tür zorlayıcı tedbirler piyasayı işlemez hâle sokmaktan başka bir işe yaramaz. Ekonomide işler iyiyse mükellefler vergi borcunu öder, işler iyi değilse en kolay finansman yolu olarak vergi borcunu ödememe yoluna gider. Nitekim bu zorlayıcı tedbirlerin Maden Kanunu'nda işlemediği görülmüş olacak ki o zorlayıcı tedbirlerden 2020 yılında önemli ölçüde vazgeçildi. Bunu ben doğru bulmuyorum. Efendim, taksitlendirilebilir, taksitlendirildiği zaman da biz onu "Vergi borcu yoktur." kategorisine sokuyoruz anlayışı doğru değil. Bugün akaryakıt piyasasında faaliyet gösteren binlerce akaryakıt istasyonunda vadeli satış yapıldığını dikkate alalım, tarım sektöründe çiftçiye vadeli satışlar yapıldığını dikkate alırsak onların da vergi borcunu zamanında ödeyemeyebileceğini dikkate alalım. Birinci olarak söyleyeceğim bu.
    İkinci olarak, akaryakıt piyasasındaki kaçağı önlemenin en başta gelen yolu gümrükleri denetim altına almaktır. Zamanında IŞİD petrolleri Türkiye'de satıldı; bunu biliyoruz. Karşı taraftan Türkiye'ye atılmış olan hortumlarla Türkiye'ye o akaryakıtın geldiğini ve bunun bir şekilde piyasaya sürüldüğünü biliyoruz. Bununla ilgili burada alınan önlemler son derece iyi ama asıl olan, gümrüklere hakim olup o kaçak akaryakıtın Türkiye'ye girmesini engellemektir "Perakende aşamasında ya da toptancı aşamada bunun önüne geçelim"in tek başına bir faydası yok, sınırlardan bunun Türkiye'ye girişini önlemek lazım.
    Faturayla ilgili olarak şunu söylemek isterim: Değerli arkadaşlar, Türkiye'de fatura nizamı Türk Ticaret Kanunu'nda değil, önce vergi kanunlarında düzenlenmiştir. "Türkiye'nin kazanç vergisinden gelir vergisine geçiş reformu" olarak ifade edebileceğimiz 1949 yılında kabul edilen 3 kanunu vardır; 5421 sayılı Gelir Vergisi Kanunu, 5422 sayılı Kurumlar Vergisi Kanunu, 5432 sayılı Vergi Usul Kanunu, bu 3'lü paket çok büyük bir reformu ifade eder ve defter ve kayıt düzeninden belge düzenine kadar, faturaya kadar, perakende satış vesikalarına kadar bütün düzenlemeler o zaman kabul edilmiş olan Vergisi Usul Kanunu'nda yer almıştır. Türk Ticaret Kanunu'nun kabulü 1956 yılındadır; 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu. Yani belge düzeni önce vergi öncelikli olarak bizim kanunlarımızda yer almıştır ve o anlayış o günden bu yana devam etmiştir. Keşke Türk Ticaret Kanunu düzenlemesi çok daha önce yapılsaydı bu düzenlemeler orada yer alsaydı. Asıl olan, elbette, bunların Türk Ticaret Kanunu'nda yer almasıdır ama o gelenek o tarihten bu yana devam etmektedir. Bu çerçevede, bu düzenlemede bir sakınca görmüyorum. Hâlen yedi gün olan fatura düzenleme süresini kimi sektörlerde daha kısa bir zamana indirgeyecek şekilde bir yetki alıyor Hazine ve Maliye Bakanlığı. Sanıyorum, bilgi almış değilim ama akaryakıt sektörü, alkollü içkiler ve sigara piyasalarında ÖTV kaydırmalarını önlemek için böyle bir düzenleme yapılıyor olabilir. Ancak burada sadece şunu söylemek isterim: İyi bir vergi sisteminin 3 temel özelliği olmak zorundadır: Birincisi, saydam bir mevzuat olacak. Saydam mevzuatta idareye verilen yetkiler son derece azdır. Bu şekilde, zamanında, evet, ben de bürokrasideyken bu tür yetki düzenlemelerini hep yazdık, yasalaştı ama giderek bu yetkilileri daha az tutup ne arzu ediliyor ise onu kanuna yazmakta yarar var. Bu kadar geniş bir yetki doğru değil, onun yerine "Akaryakıt sektörü ile tütün mamulleri ve alkollü içkiler sektöründe fatura düzenleme süresini kısaltmaya Hazine ve Maliye Bakanlığı yetkilidir." demek daha doğru olur. Böyle ucu açık bir yetki piyasayı, mükellefleri de endişeye sevk eder. İyi bir vergi sisteminin ikinci özelliği, öngörülebilir bir vergi yüküne sahip olmasıdır.
    (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
    MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) - Sayın Başkan, bitiriyorum, çok teşekkür ederim.
    Öngörülebilir vergi yükü: Elbette, devletler egemenlik gücüne dayanarak vergi alırlar. Örneğin, şimdi, kurumlar vergisi oranı yüzde 20'den 25'e çıkıyor. Bu, aslında yıl başladıktan sonra yapılmamalı. Evet, biliyorum, arkadaşlar teknik açıklama yaparlarsa "Efendim, bu konuda Anayasa Mahkemesi kararları var, bunların Anayasa'ya aykırılığı yok, Anayasa Mahkemesi kararları geçmişte de bu tip düzenlemeleri Anayasa'ya aykırı bulmamıştır." diyecek ama bundan vazgeçmek lazım, yeni bir anlayış yaratmak lazım. Yıl başladıktan sonra o vergilerde bir oran artışına gitme yönünde bir düzenleme yapılmaması lazım. Bu, öngörülebilir vergi yükünün ve serbest piyasa mantığının bir gereğidir.
    Üçüncü özelliği de mükellef hakları ve güçlü gelir idaresi; mükellef haklarını gözeten, güçlü gelir idaresi yapısı olması lazım. OECD ülkelerinde genel eğilim vergi idarelerinin özerk yapılara dönüşmesi şeklindedir; tam özerk değil, yarı özerk diyebiliriz; hükûmetin, yönetimin performans denetimine bağlıdır. Yine, vergi oranlarını, vergi politikalarını belirlemek iktidarların yetkisindedir doğal olarak ama bunu uygulayacak olan idare, politik kararlardan etkilenmemelidir. Demokratik bir devlette, devletin zor kullandığı en geniş alan vergidir. Dolayısıyla, bu kadar geniş bir alanı siyasal iktidarların kontrolüne bırakmaktan gelişmiş ülkeler ağırlıklı olarak vazgeçmiş, bu idareleri özerk yapılara dönüştürmüşlerdir. Türkiye'de Gelir İdaresinin kuruluşu da bu mantıkla, 2005 yılında yapılmıştır ama maalesef, klasik Maliye Bakanlığı dönemindeki bağımsızlığına, özerkliğine sahip değildir; ondan daha kötü durumdadır. Bu İdareyi de daha özerk bir hâle dönüştürmek lazım.
    Son cümlelerimi söylüyorum Sayın Başkan, biliyorum, sabrınızı çok zorladım.
    Vergi yükü açısından bir iki rakam vermek istiyorum. Türkiye'de toplam vergi yükü, sosyal primleri dâhil toplam vergi gelirlerinin gayrisafi yurt içi hasılaya oranı 2003'te yüzde 25'ken 2018'de yüzde 24,1'e; 2019'a 23,1'e inmiştir -OECD rakamlarını söylüyorum- OECD ortalaması bunun aşağı yukarı 10 puan üzerindedir. Sosyal güvenlik primlerini hariç tuttuğumuzda Türkiye'nin toplam vergi gelirlerinin millî gelire oranı 2003 yılında yüzde 19,8; 2018 yılında yüzde 16,8'dir. Yani vergi yönetiminde, vergi politikasında daha doğrusu -İdarede çalışan arkadaşları kastetmiyorum, onlar politik kararlar çerçevesinde İdareyi yönetmektedir- bir problem var. Bakın, bu azalışı dikkate almak lazım. 2018 rakamlarını özellikle veriyorum, iki nedenle: Bir, OECD'nin 2019, 2020 rakamı yok; iki, 2019, 2020 kriz yılları Türkiye için; 2018 kıyaslaması daha doğru. Bunun üzerinde ciddi olarak düşünmek lazım. "Git, vergi borcunu öde, bana o yazıyı getir, öyle sana lisans vereyim." gibi tedbirlerle vergi tahsilatını artırmak mümkün değildir.
    Yazım olarak İdarenin dikkatle yazdığı bir metin, Gelir İdaresini kutlarım. Sadece 2'nci maddede bir şey söyleyeceğim. Faaliyeti devam eden işletmelerde 100 milyon Türk lirası olarak bir sınır belirliyorsunuz, bunu geçici madde yapın yani burada, ana maddede olması doğru değil. Yani bu madde daimî olduğuna göre, ileride bunu okuyanlar "...faaliyetine devam edenlerde 100 milyon Türk lirası..." Hangi faaliyetine devam eden, 2030 yılıysa 2030 yılında faaliyetine devam eden mi? "Hayır efendim, o kanunun çıktığı tarihte faaliyetine devam edeni kastettik." diyeceksiniz. Bunun yerine, bunun çıkarıp bunu geçici madde yapmakta yarar var.
    Teşekkür ediyorum.