TUTANAK HİZMETLERİ BAŞKANLIĞI Dönem: 27 Yasama Yılı: 5 Tarih: 17.12.2021 Birleşim: 39 Ham Tutanak Sayfası:85- Konuşmacı: MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ Seçim Çevresi: İSTANBUL Tutanak Metni: CHP GRUBU ADINA MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Genel Kurulu ve ekranlardan bütçe görüşmelerini takip eden bütün vatandaşlarımızı, izleyicilerimizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum. Bütçe görüşmelerinin hayırlı olmasını diliyorum. Dönem: 27 Yasama Yılı: 5 Tarih: 17.12.2021 Birleşim: 39 Ham Tutanak Sayfası:180- Konuşmacı: MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ Seçim Çevresi: İSTANBUL Tutanak Metni: MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) - Sayın Kurtulmuş, ben şunu söyledim: "Türkiye'nin tarihsel olarak yönü batı olmuştur. Şimdi, Erdoğan Türkiye'nin önüne Çin modelini koyuyor bu kadar yıldan sonra. "Bunu kabul etmiyoruz." dedim, bunu eleştiriyorum, siz diyorsunuz ki: "Türkiye'nin yönü ne Batı'dır ne Doğu'dur."
Değerli milletvekilleri, 2022 yılı bütçesini görüşüyoruz ancak 2022 yılı gelmeden, bu bütçenin dayanmış olduğu birtakım varsayımlar şimdiden çökmüş durumdadır. Örneğin, 2022 yılı için enflasyon hedefi yüzde 9,8'dir. Bu hedef şu anda çökmüştür. Yine, 2022 yılı kur varsayımı 9 lira 27 kuruştur, 2014 yılı kur varsayımı da 10 lira 27 kuruştur. Şu an kürsüye gelirken kur 17 liraya gelmişti. Bu nedenle... Bu bütçe yasalaşacak, öyle anlaşılıyor ancak ondan sonra ek bir bütçe teklifinin getirilerek süratle yeni rakamlara göre bu bütçe kanunu cetvellerinin, gelir cetvelinin yeniden düzenlenmesi gerekir.
Değerli milletvekilleri, kur ve faizdeki son gelişmelerden sonra ekonomimizin öteden beri var olan sorunları çok daha ağırlaşmıştır. Bu sorunları çok kısaca özetlemek istiyorum. Birincisi: Türkiye ekonomisi 2017 yılından bu yana çift haneli enflasyon yaşamaktadır. Enflasyon artık yüzde 20'lerin üzerine çıkmıştır. TÜİK'in bastırılmış enflasyon rakamları dahi bu gerçeği gizlemeye yetmemektedir. İkincisi, en az enflasyon kadar önemli bir konu: Enflasyonun düşeceği yönünde bir beklenti yoktur; tam tersine, beklentiler, enflasyonun artacağı yönündedir. Üçüncüsü: Türkiye ekonomisi sürdürülebilir yüksek büyüme ortamına sahip değildir. Türkiye ekonomisi, potansiyeli olan yüzde 4-4,5'luk büyümeyi bile çok zaman gerçekleştiremeyecek bir ekonomik tablonun içerisindedir. Türkiye ekonomisinin büyüme meselesi son derece önemlidir. Şu an millî gelirimiz 2008 yılının gerisine gitmiştir ve Sayın Erdoğan'ın Cumhurbaşkanı seçildiği 2014 yılından bu yana, millî gelirimiz azalmaktadır. Kişi başına gelirde durum farklı değildir. Kişi başına gelirde de Sayın Erdoğan'ın Cumhurbaşkanı olduğu 2014 yılından bu yana, düzenli bir azalma söz konusudur. Şu an, yedi yıl öncesinin kişi başına gelirine sahibiz, kurdaki bu gelişmeler sonrasında, 2022 yılında -geriye gittiğimiz yıl demin 2008 yılının öncesine gittik diyordum- belki 2006'ya 2005'e gideceğiz; öyle gözüküyor, şu andaki tablo öyle gözüküyor. Uluslararası kredi notumuz yatırım yapılabilir ülke seviyesinin 3 ve 5 kademe altındadır. Üst derecelendirme kuruluşunun Türkiye değerlendirmelerine baktım; birisinde 3 kademe altındayız, biriside 4 kademe altındayız, birisinde 5 kademe altındayız. Tehlike eşiğine 1-2 kademe kalmış yani 1-2 kademe sonra Türkiye ekonomisi küme düşecek, Türkiye ekonomisi borçlanmakta zorluk çekecek, borçlanamayacak. "Kredi risk primi" dediğimiz prim kredi notumuz son derece düşüktür, şu anda 521'dir. Bunun anlamı, Türkiye yurtdışı piyasalardan dolar cinsinden borçlanacağı zaman, dolar cinsinden yüzde 7,5-8 oranında faiz vermesi demektir. Dünyada reel faizlerin düşük olduğu, sıfır olduğu bir süreçte Türkiye ekonomisinin yüzde 7,5-8 faizlerle borçlanması asla kabul edilemez, bu bir açmazdır. Değerli milletvekilleri, tablo budur.
Şimdi, Türkiye ekonomisinin dünya hasılası içindeki yerine bakalım: 2000'li yılların başında Türkiye ekonomisi dünya hasılasının yüzde 0,8'ini gerçekleştiriyordu; on dokuz yıl geçmiş aradan, bugün yine yüzde 0,8'ini gerçekleştiriyoruz. 0,8; 0,8; elde var sıfır. Arada artan yıl yok mu? 2008-2013 yılında artmış ama Erdoğan'ın Cumhurbaşkanı olduğu 2014 yılından bu yana Türkiye'nin dünya hasılası içindeki payı yine azalmaya başlamış.
Yine, ülkeler itibarıyla kişi başına gelir yönünden yapılan sıralamada 2002 yılında Türkiye 75'inci sırada, şimdi de 76'ncı sırada; bir sıra daha düşmüş. Arada iyileşme yok mu? Olmuş. 2008-2013 döneminde bir iyileşme var ama Erdoğan'ın Cumhurbaşkanı seçildiği 2014 yılından bu yana burada sürekli olarak geriye gitmişiz, kötülemişiz.
Şimdi, ne diyor Sayın Erdoğan? "Ülkemizi yetmiş dört yıllık IMF reçetelerine mahkûm etmeyeceğiz. Bir ekonomik program açıkladık." diyor. Aslında ortada bir ekonomik program falan yok, bir dağınıklık var sadece ve bunu şöyle takdim ediyor: "Ülkemizi yetmiş dört yıllık IMF reçetelerine mahkûm etmeyeceğiz." Sonra söylüyor: "Türkiye'nin çıkarları yerine küresel faiz lobilerinin çıkarlarını savunanlar millî olamaz." Bu düzeni, sistemi eleştirenleri yani bizi, küresel faiz lobilerinin çıkarlarını savunan kişiler olarak değerlendiriyor. Başka ne diyor? Başka birçok şey söylüyor; efendim "iktisat ve siyaset mandacıları" diyor, evet, "mandacılar" diyor. Şimdi, bu laflar doğru mu bir bakalım. 1 Mart 2003 tezkeresi günlerine gidelim. Z kuşağı bunu bilmez ama onlara hatırlatmayı bir görev sayıyorum, Z kuşağı her şeyin farkında, her şeyi biliyor ama bu tarihî geçmişi bir hatırlatmakta yarar var. AK PARTİ yeni iktidar olmuş. Amerikan askerleri Türkiye topraklarını kullanarak Irak'a girecekler, Saddam'ı devirecekler; Türkiye Büyük Millet Meclisinin izin vermesi gerekiyor. AK PARTİ'nin ileri gelenleri Amerika'ya gittiler, Başkan Bush'la pazarlık yapıyorlar; para alacaklar. 128 milyar dolar için bile çıktı bu iddialar. Para alınacak, ne yapılacak? IMF programı uygulanıyor önceki hükûmetten kalmış. IMF Türkiye'den kovulacak. AK PARTİ seçim bildirgesine yazmış bunu: "IMF ve Dünya Bankasını kovacağız." Fakat Bush "at pazarlığı" diye niteledi bu pazarlığı. Eli boş döndüler. 1 Mart tezkeresi de Türkiye Büyük Millet Meclisinde kabul edilmedi. El elde, baş başta. AK PARTİ'nin "Gömlek değiştirdik." dediği yıllardı. Evet, eskiden olsaydı yani o gömlek değiştirmeden önceki duruş olsaydı belki şöyle diyebilirdiniz: Efendim, hiç önemli değil bu durum, biz Allah'ın ipine sarılarak buradan çıkarız. Siz ne yaptınız? IMF'nin ipine sarıldınız. Evet, IMF'yle ilişkiler burada kaldı mı? Kalmadı. Bunun tadı alındı. Önceki hükûmetten kalan, stand-by anlaşmasından kalan krediler kullanıldı. Ee, sonra? Mayıs 2005'te IMF'yle bir stand-by anlaşması imzalandı. Sayın Erdoğan'ın Başbakanlığı dönemi. 10 milyar dolar kredi alındı. Onu da kullandılar, kullanıldı.
Şimdi, Sayın Erdoğan diyor ki:" Biz göreve geldiğimizde IMF'ye 23,5 milyar dolar borç vardı, bunu son kuruşuna kadar ödedik." Ya, söyleye söyleye kendisi de gerçek olmayan bu lafa inandı, devamlı söylüyor. E, bunun 10 milyar dolarını siz anlaşma yaparak kendiniz aldınız, güle güle kullandınız. Şimdi ne diyor? "Ülkemizi yetmiş dört yıllık IMF reçetelerine mahkûm etmeyeceğiz." Yetmiş dört yıl derken "Türkiye, IMF'yle ilk anlaşmayı 1947 yılında yaptı." diyor, onu da düzelteyim; Türkiye 1947'de IMF'ye üye oldu, anlaşma yapmadı; onu da bir bilgi olarak sunayım. Diyor ki: "Bu köhne IMF reçeteleri..." Ya, 20'nci Stand-by Anlaşması'nı imzaladın, şimdi "köhne" diyorsun. Bu Stand-by Anlaşması'na göre 70 milyar dolarlık da özelleştirme yaptınız. Aslında demek istediği şu: "IMF bizi kandırdı." Ya, Sayın Erdoğan, bir kere de kandırılmamış olun, bir kere de kandırılmamış olun. (CHP sıralarından alkışlar)
Şimdi, ülkemizin önüne koyduğu tablo nedir? Çin modeli. Türkiye'nin tarihsel olarak yönü daima Batı olmuştur. Türkiye, 10-11 Aralık 1999 tarihinde Helsinki'de yapılan zirvede Avrupa Birliğinin tam üye adayı ilan edildi. Zamanın koalisyon Hükûmetini oluşturan partilerine yani Demokratik Sol Partiye, Milliyetçi Hareket Partisine ve Anavatan Partisine bu tarihî olay nedeniyle teşekkür ediyorum; çok önemli bir şeydi, bütün Parlamento da arkasında durmuştu o zaman, onu da ifade edeyim. Sonra, 2004 yılında, iki partili Türkiye Büyük Millet Meclisinde -AK PARTİ ve Cumhuriyet Halk Partisi- Erdoğan'ın Avrupa Birliğiyle yapacağı müzakerelerde Türkiye'nin elini güçlendirmek için Anayasa değişiklikleri yapıldı, mutabakat da yaptık. Ve 17 Aralık 2004'te Brüksel'de Türkiye'yle müzakerelerin 3 Ekim 2005 tarihinde başlaması kararlaştırıldı, güzel. Bu iki tarih Türkiye-AB ilişkilerinde, Türkiye tarihinde dönüm noktasıdır, çok önemlidir. Helsinki Zirve'sinden bu yana yirmi bir yıl, Brüksel Zirvesi'nden bu yana on altı yıl geçti; iktidarın gündeminde AB'ye tam üyelik falan, böyle bir şey yok, sorsanız bir sürü gerekçe söyleyebilirler. Şimdi, ne diyorlar? Efendim "Çin modeli." Ya, biz hep Batı'ya yöneldik, şimdi bizi Doğu'ya mı yöneltiyorsun? Çin modeli. Nedir Çin modeli? Emeğin baskılandığı, otoriter bir rejimin olduğu, ekolojik kaygıların olmadığı, emeğin maliyetinin düşürülmesi suretiyle bir rekabet gücü elde etmeye dayalı bir model; orta sınıfı yok eden bir model. Demokratik rejim de yok. "Çin modeli" derken acaba... Yani Çin'de bugünkü sistemin otoriter bir rejim olmadan uygulanmasının imkânı yok. Acaba Erdoğan'ın kafasının arkasında böyle bir şey mi var? Zaten ona doğru gidiyor Türkiye malum özgürlükleri, hukuk devletini, bütün bu kavramları bir kenara atmış durumda. Kafada böyle bir şey de olabilir. Şunu söyleyeceğim, bakın: Bu, AK PARTİ'nin on dokuz yıllık iktidarı ve Sayın Erdoğan'ın kişiselleşmiş iktidarının son dönemecinde aczin, tükenmişliğin, çaresizliğin itirafıdır; olay budur. (CHP sıralarından alkışlar) Şimdi, bu beceriksizliğin üzeri, aczin üzeri "Çin modeli" diye bir kılıfla örtülmeye çalışılıyor. Eğer "Çin modeli" diyeceğine eğitime yatırım yapsaydın, teknolojiye yatırım yapsaydın, geleceğe yatırım yapsaydın bugün Türkiye dünyanın sayılı ülkelerinden biri olacaktı. "Çin modeli" diyor. Bakın, asgari ücreti artırdık, asgari ücret arttı, asgari ücrete geleceğim ama konu Çin'den açıldığı için örnek vermek istiyorum. Çin'in, dünyanın 10 büyük şirketi içinde 2 tane şirketi var, teknoloji şirketi: Alibaba grubu, e-ticaret şirketi; Tencent, yapay zekâ, teknoloji, internet... Alibaba 1999'da kurulmuş, diğeri 1998'de kurulmuş yani Erdoğan eğitime yatırım yapsaydı, teknolojiye yatırım yapsaydı, geleceğe yatırım yapsaydı, gençlere yatırım yapsaydı bugün Türkiye, dünyanın ilk 10 büyük şirketi içerisinde 1 teknoloji şirketine sahip olurdu; bu, Türkiye'nin gelişmişliğini gösterirdi, maalesef...
Şimdi, sık sık "Asım'ın nesli" deniliyor, evet Asım'ın nesli. Ben de Asım'ın nesli diyorum. Mehmet Akif'in ideal karakteri, gençliği idealize karakter; ismi gibi ahlaklı, akıllı, hiçbir kötülük yok, takvası tam, ahlakı tam; ideal bir genç ama orada bir şey var: Asım fen bilimi öğrenmek için Berlin'e gider; bakın, fen bilimi o zaman Türkiye'de yok, o yılları düşünün; fen bilimi öğrenmek için oraya gider. Şimdi Türkiye'de öğrenciler maalesef Türkiye'de fen bilimi öğrenme imkânı olmadığı için yurt dışında çare arıyor, maalesef.
Şimdi, değerli milletvekilleri, bir taraftan saate bakıyorum, on beş dakikamız geçmiş, maalesef evdeki hesap bazen çarşıya uymuyor, biraz kısaltacağız.
Şimdi "Nas." diyor Sayın Erdoğan, "Nas.", evet Kur'an emri yani Kur'an ve sünnet, Allah emri, Peygamber sözü kısaca, "Kur'an ve sünnet ne diyorsa ben bu yoldayım." diyor. Hangi konuda? Faiz konusunda. "Ben dün de faize karşıydım, bugün de karşıyım, yarın da karşı olacağım." Bu faiz indirimiyle ilgili olarak söylüyor. Peki, güzel, aslında bu var ya, bu cümle millî görüş seçmenine selam, gerçekte böyle bir şey yok. "Yaklaşan Cumhurbaşkanlığı seçimleri nedeniyle Saadet Partisi seçmeninin oylarını alabilir miyim?" kaygısından başka bir şey değil ama millî görüş seçmeni akıllıdır, bunları görüyor, değerlendiriyor, bunları yutmayacaktır.
Şimdi, evet, Merkez Bankası faizi ilkin 15'e indi, 19'lardan 15'e indi, dün de 14'e indi. 15 üzerinden değerlendirme yapmıştım, fark etmez 14 de olsa durum değişmiyor. Tüketici kredisi faizleri 1,5 puan arttı, taşıt kredisi faizleri arttı. Hani faiz inince, Merkez Bankası faizi inince bütün faizler inecekti? Yok böyle bir şey. Ticari kredi faizleri indi ama 2,5 puan kadar. Ne yapıyor vatandaş? Krediyi alıyor, ihtiyaç kredisi bile olsa, tüketici kredisi bile olsa onu alıyor, dolara gidiyor, güvenmiyor size. Şimdi, BDDK açıklama yapmış: "Biz bunları denetleyeceğiz." Böyle yarım yamalak bir şey söylüyor, yasal yetkisi yok. Bankaya vatandaş gitse "Ben kredi alıyorum." dese banka "Nerede kullanacaksın?" mı diyecek? Yani bir şirket gitti, ticari kredi alacak, e alır dolara yatırır. Nitekim, o ticari şirketlerin o dolar mevduatı da artıyor, şimdi, dostlar şey de görsün. Fakat ne oldu biliyor musunuz? Merkez Bankası politika faizini düşürünce Hazinenin borçlanma maliyeti arttı. Merkez Bankasının faizi yüzde 19 iken Hazine eylül ihalesinde yüzde 17,67'yle borçlanmıştı, Merkez Bankası faizi yüzde 15'e indi Hazinenin borçlanma faizi yüzde 22,70'e çıktı, 5 puan arttı. Ee, ne diyordu Erdoğan? "Faizleri düşürünce paradan para kazanan dışında kimsenin zararı olmaz." Paradan para kazananlar şimdi "Oh, mis gibi." deyip 5 puan daha fazla kazanıyor. Bankalar ne yapıyor? Ulus'taki Merkez Bankasından yüzde 15'le parayı alıyor, Eskişehir Yolu'ndaki Hazine binasına gidiyor, 22,70'le Hazineye veriyor. Sizin hakkınız var mı? İktidarın hakkı var mı buna? Vatandaşın parasını, pulunu böyle heba etmeye, devletin hazinesini yağmalatmaya hakkı var mı?
Gelelim işin mevduat faiz tarafına, mevduat faizleri indi. Merkez Bankası faizi yüzde 19 iken mevduat faizi yüzde 17,5'ti; onun altında. Niye? Enflasyonun da altında mevduat faizi. Vatandaş güveniyor "Merkez Bankasının duruşu sıkı, enflasyonu da yenecek." Türk lirasında tutuyor parasını, yüzde 17,5'te tutuyor. Şimdi Merkez Bankası faizi indirdi. Mevduat faizi kaça indi? Yüzde 14,5'e; bir aylık vadeli mevduatı söylüyorum, diğerlerinde durum daha da feci. Şimdi, bankalar vatandaşın, o milyonlarca vatandaşın, küçük tasarruf sahibinin -Ayşe'nin, Fatma'nın, Hüseyin'in- onların 10 bin lirasının, 20 bin lirasının, 30 bin lirasının faizini düşürüyor, enflasyonun altında bir faiz veriyor onlara ve bankalar yüzde 14,5'la aldığı parayı, mevduatı yüzde 22,70'le Hazineye veriyor; mis gibi.
Sayın Erdoğan, vatandaşın parasını bu şekilde çaldırmaya, vatandaşın cebinden paranın eksilmesine izin veren bir nas var mı? (CHP ve İYİ PARTİ sıralarından alkışlar) Bunun adı "akbaba kapitalizmi"dir. Erdoğan modelinin adı "akbaba kapitalizmi" akbaba, akbabalara yem ediliyor... (CHP ve İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)
Ayrıca, dün "düşük faiz" demiyordunuz Sayın Erdoğan, "düşük faiz" demiyordunuz. Bir tablo göstereceğim; burada tablolarım var, hepsini gösteremeyeceğim ama bunu göstermek istiyorum. Bakın, bunu daha evvel bir Maliye Bakanlığı bütçesinde göstermiştim. 2003-2007 döneminde devlet iç borçlanma senetlerinin faizi yüzde 10, reel faiz; reel bu, enflasyonun üstünde faiz. Yüzde 10 veriyordun, "Dün de faize karşıydım." yok böyle bir şey. Şimdi reel faiz yüzde 1'lerde, sıfır hatta, şu anda sıfırdır yani son kararlardan sonra sıfırdır. Reel faizin yüzde 10 olduğu dönemde yatırımlar bir önceki yıla göre yüzde 19 oranında artmış. Yahu faiz yüksek, nasıl yatırım artar? Artar arkadaşlar, geleceği görebiliyorsa insanlar, yatırımcılar ona göre hesabını yapar, yatırımını da yapar. Faizi istediğin kadar indir, geleceği göremiyorsa kimse yatırım artmaz. Bakın, burada 2008-2014'te reel faiz 2'ye inmiş, yatırım artışı 7'ye; ona göre, bakın, 2018-2021 Eylülünde buraya gelmiş, şu anda sıfır. Yüksek faiz iyidir diye bir şey yok, düşük faiz daima daha iyidir. Düşük faiz ama ekonomide her şeyi berbat etmişseniz yüksek faize mecbur kalırsınız belki, mecbur kalırsınız.
Şu, Merkez Bankası Başkanlarının dönemleri, iki yılda 4 Merkez Bankası değiştirdiniz, bu 4'üncü Başkan yani; Murat Çetinkaya, Murat Uysal, Naci Ağbal, şurası da şimdiki Başkan.
Şu, 2019-2020'de biliyorsunuz, 128 milyar dolar satıldı. Yani o zamanki politika; olmayan dolar satıldı, işte, bankalardan, swaplarla bu paralar toplandı, piyasaya sürüldü. Piyasaya TL kredi veriliyor, giden krediler dolara yöneliyor, doları baskılamak için piyasaya dolar sürülüyor; böyle bir devridaim. "Con Ahmet'in devridaim makinesi" gibi 128 milyar dolar satıp da 2009 yılı başındaki 5 lira 46 kuruşluk dolar kurunu, iki yılın sonunda 8 lira 53 kuruşa çıkarma başarısını (!) siz gösterdiniz. 128 milyar dolar sattınız, dolar kurunu yüzde 50 oranında zıplattınız. Dünyanın en pahalı ekonomi dersi diyeceğim ama bu dersi almadınız ki; benim oğlum bin ah okur, döner döner yine okur. (CHP sıralarından alkışlar) Şimdi, kur fırlıyor, Merkez Bankası çekingen müdahalelerde bulunuyor. Bakmayın, müdahale parası yok çünkü, parası yok, 8,53'e gelmiş. Naci Ağbal geliyor, faizi 19'a yükseltiyor, 8,53'lük kuru 7,22'ye indiriyor o dönem; 6,90'a indiği dönem de var, sonra yok ediliyor. Şimdiki Başkan geliyor, getiriliyor; faiz 14'e indi, kur şu anda 16 lira ama kürsüye çıkana kadar bunlar değişmiş olabilir.
Değerli milletvekilleri, sürem çok geçiyor.
"Akbaba kapitalizmi" dedim, fındıktan örnek vereceğim: Türkiye, fındık üretiminde dünyanın en büyük üreticisidir, dörtte 3'ünü üretir dünya üretiminin, ürettiği ürünün dörtte 3'ünü de yurt dışına satar. Giresun Ticaret Borsasının kayıtlarına baktım: Ofis ekim ayında 27 lira 44 kuruştan fındık almış, ofis 26,5 lira fiyat ilan etmiştir demek ki randıman biraz iyi, 27,44'ten almış; o zamanki kur 8 lira 88 kuruş, e, hesap ediyorum, 3,1 dolara geliyor. Türkiye 2015-2016 yılından bu yana kilogramı 3,1-3,2 dolardan fındık ihraç etmiştir. 2014-2015'i örnek vermiyorum, orada rakam 6 dolardır. Şimdi, bakıyorum, bu dolar kuruyla hesap ediyorum, fındık fiyatı 2 dolara inmiş. 3,1 demiştim, 3 dolar diyelim, şimdi 1 dolar hatta 2,8'e falan iniyor; 2 diyelim, 1 dolar kilogramda üretici zararda, bu fiyattan da ihraç edeceğiz onu. 600 bin ton ihraç edersek 600 milyon dolar. Sayın Erdoğan, yani fındık üreticisinin 600 milyon dolarını İtalyan Ferrero'ya, Avrupalı Nutella tüketicisine, çikolata tüketicisine ikram etmeye senin hakkın var mı? (CHP sıralarından alkışlar)
CEMAL ENGİNYURT (Ordu) - Bravo!
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) - Bir dönem, Fransız hükûmeti, bir Tarım Bakanına, Fransız tarımına yaptığı katkılar nedeniyle şövalye nişanı vermişti. Sanıyorum, çikolata ve Nutella tüketicileri de Sayın Erdoğan'a bu hizmeti nedeniyle, 600 milyon dolarlık bu desteği nedeniyle bir madalya vermeyi ihmal etmezler. İşte, bu da akbaba kapitalizmidir. (CHP sıralarından alkışlar)
Şimdi, aslında, şu asgari ücrete gelmek istiyorum, asgari ücret çok önemli bir konu. Dün asgari ücret açıklandı. Hesabını yapıyorum; dün 274 dolardı; öğlen danışmanımla çalışırken hesap ettik 266'a dolara geldi; buraya, Genel Kurula geldim, 259 dolara geldi; kürsüye çıkarken 251 dolardı; şimdi, kürsüden indiğimde kaç dolar olacak, bilmiyorum. Yani, 4.250 lirayla ilgili Genel Başkanımız Sayın Kılıçdaroğlu dün bir açıklama yaptı; 2021 yılı başında bu 384 dolardı, onun karşılığı 5.760 lira; yani bunu verirseniz bir anlamı olur... E? Yok. Ve bu popülizm "Ya, her şey dolarla mı?"
Bakın, ben rakamları çıkardım; 2007 yılından bu yana aralık ayı dolar kurlarını aldım. 2007 yılından bu yana asgari ücretin aralık ayındaki tutarı hep 300 doların üstünde; 330, 350, 370, 380 dolarlar var. Şimdi, asgari ücret 274 dolar. Aslında, şimdi bunu kıyaslamak da doğru değil, önümüzdeki yılın aralık ayında bunu kıyaslamak lazım ama bir ölçü diye şimdi söylüyorum. Pardon, 274 değil; şimdi, kürsüye gelirken 250'ye indi, inerken bakalım kaç olacak?
Şimdi, "Efendim, dolarla olmaz ya, dolarla mı yaşıyorsunuz?" Bakın, aralık ayı kurlarını aldım. Hadi ekmekten gidelim, ekmek: Bu yılın ocak ayında 1,5 liradan 1.883 ekmek alınıyordu; şimdi 2,5 lira -fırıncıların zam talebi var, 3 lira olsun istiyorlar. Herhâlde önümüzdeki yılın ilk aylarında olur, olmaz, bilemem ama böyle bir talep bekleniyor; 2,5 liradan hesap ediyorum- 1.700 ekmek alıyor. Nerede 183 ekmek? Şimdi, bana çıkıp şey demeyin: "Efendim, yok, onun gramajı şuydu buydu." falan. Hayır kardeşim, siz ekmeğe mahkûm ettiniz insanları. İktisatta, okulda bir şey öğrenmiştik, Giffen paradoksu: Bir malın fiyatı artarsa talep düşmez, artabilir. Onun benzeri, aynı şey değil ama benzeri; şimdi insanlar daha çok ekmek tüketiyor. Niye? Çünkü diğer gıda maddelerine ayıracağı para azalmış durumda, "Ekmekle doyayım." diyor.
Değerli milletvekilleri, tabii ki bunlar, AK PARTİ Grubunu kastetmiyorum ama Türkiye'yi yöneten kadronun ilgisini çekmiyor. Tahsin Yücel'in bir "Gökdelen" romanı vardır; çok güzel bir romandır, 2073 İstanbul'unu anlatır. Gökdelen olmuş artık her taraf, Cihangir'de bir tane bahçeli, 2 katlı bir ev; o evi de işte, müteahhit alıp gökdelen dikmek ister. Çok güzel bir kurguyla anlatır, böyle, özelleştirme politikaları, yargının dahi özelleştirildiği bir sistem; Tahsin Yücel çok iyi analiz etmiş onları, o adamın mücadelesini anlatıyor orada. Gökdelenler o kadar çoğalmış ki artık zenginler en üst katlarda oturuyor, yeryüzüne inmiyor, helikopterlerle ya da teknolojinin getirdiği o tek kişilik uçan aletlerle oralara gidiyorlar geliyorlar, yeryüzündekilerin haberi yok. Saraydakilerin otellerdeki kırmızı halılarda yürümekten vatandaşın arasında dolaşmaya hâli, mecali yok, artık vatandaşın durumunu bilmiyorlar. (CHP sıralarından alkışlar) Durumunu bilmiyorlar bilseler... Tahsin Yücel "yılkı insanları" diyor, yani insanlar aç sefil, tabiatta başıboş dolaşan yılkı atları gibi yılkı insanları tasavvur etmiş. Sizin tabii, "siz" derken yönetici kadroyu kastediyorum, onlar takvadan günah işleme özgürlüğüne geçtiği için bütün bunlardan haberleri yok. (CHP ve İYİ Parti sıralarından alkışlar)
Sürem bitiyor değerli milletvekilleri, son cümlelerimi söyleyeyim.
Şimdi, Türkiye'yi yöneten kadronun gömlek değiştirmeden önceki yıllarda yerli arabaları vardı, TOFAŞ'lar, Şahin'ler, Renault'lar; onların arkasında "Huzur İslam'da." diye bir şey yazardı. "Huzur İslam'da." yazardı. Şimdi ne oldu biliyor musunuz? Önce gömlek değiştirildi, sonra arabalar değiştirildi, sonra mahalle değiştirildi, yeni evlere taşınıldı, şimdi o yeni evlere giderken kullanılan o milyonlarca liralık arabaların arkasında hiçbir şey yazmıyor; huzuru bulmuşlar anlaşılan! (CHP ve İYİ Parti sıralarından alkışlar)
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Hamzaçebi, bir dakika veriyorum.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) - Teşekkür ediyorum, tamamlıyorum Sayın Başkan.
Son olarak bir fotoğraf göstermek istiyorum. Fotoğraf bu, hani saraydakilerin artık gitmediği eski mahallenin fotoğrafı, ucuz ekmek kuyrukları. AK PARTİ, iktidarının 19'uncu yılında insanlarımızı ucuz ekmek kuyruklarına mahkûm etti. (CHP ve İYİ Parti sıralarından alkışlar) İyi ki İstanbul Büyükşehir Belediyesi var, Ankara Büyükşehir Belediyesi var; iyi ki CHP'li belediyeler var, hiç değilse vatandaşa ucuz ekmek veriyorlar. Buralarda kaldı maalesef. Bu mahallelere arada bir gidip dolaşmanızda yarar var değerli arkadaşlar.
Teşekkür ediyorum.
Katılmasak da bu bütçenin hayırlı olmasını diliyorum.
Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP ve İYİ Parti sıralarından alkışlar)
Sayın Kurtulmuş, Sayın AK PARTİ Grubu, 17 Aralık 2004 tarihinde Sayın Erdoğan Brüksel'de müzakere takvimi aldığı zaman, Avrupa Birliğiyle 2005 yılında müzakereler başladığı zaman Türkiye Avrupa Birliği tam üyeliği yolunda gitmiyor muydu, siz bunu ret mi ediyorsunuz? Demek ki şunu anladım: AK PARTİ Grubunun Avrupa Birliğine tam üyelik gibi bir derdi yok; bunu itiraf ettiğiniz için teşekkür ediyorum.
2'ncisi: Cumhuriyet bir modernleşme projesidir, bir modernleşme projesidir. Bu modernleşme, köklerini 19'uncu yüzyıl Osmanlı İmparatorluğu'nun modernleşmesinden alır. II. Mahmut, Abdülmecit, Abdülaziz, II. Abdülhamit; bunların hepsi yenilikçi padişahlardır, Batı'nın eğitim kurumlarını almışlardır, Batı'nın teknolojisini almışlardır. Örnek verdim: Mehmet Akif, Türk gençliğini idealize ettiği Asım'ın kişiliğinde Asım'ı Berlin'e fen bilimleri öğrenmeye gönderir. Batı'nın fen bilimlerini, bilimini, teknolojisini almaya niye karşı çıkıyorsunuz, niye karşı çıkıyorsunuz?
Ayrıca, size bir şeyi tavsiye edeceğim: 1856 Paris Antlaşması'nı bir okuyun; Rusya'yla Kırım Savaşı'nı kazanan Osmanlı İmparatorluğu, İngiltere ve Fransa arasında imzalanmıştır. "Madde 2: Osmanlı İmparatorluğu Avrupa devletler topluluğunun bir üyesi olacak, toprak bütünlüğü ve bağımsızlığı Avrupa devletler topluluğunun ortak garantisi altında olacaktır."
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) - Tamamlıyorum Sayın Başkan.
BAŞKAN - Tamamlayalım lütfen.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) - Yani Osmanlı İmparatorluğu dahi, 1856 yılında, Türkiye'nin Avrupa Devletler Topluluğunun bir üyesi olduğunu kabul etmiş ama sizi anlıyorum; Sayın Erdoğan bir dönem -Başbakanken söyledi, Cumhurbaşkanıyken söyledi, bir süredir söylemiyor- şunları söyledi: "İnsanımıza iki yüzyıldır bir istikamet dayatılıyor." İki yüzyıl öncesi, 1808, tam da II. Mahmut'un iktidara, padişahlığa geldiği yıldır; yenileşme hareketleri o zaman başlar. Siz, bunun öncesindeki o geri kaldığımız dönemi hedefliyorsunuz, yenilikçi padişahlara bile tahammülünüz yok.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) - Bitiriyorum Sayın Başkan, bitiriyorum.
BAŞKAN - Ne kaldı?
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Siirt) - Meclis Başkan Vekilleri de sizin gibi yapsa mutlu oluruz.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) - Bütçe konuşmasında hiç ek süre istemedim, ona mahsuben ek süre verirseniz memnun olurum.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) - Muhasebeci olunca mahsuplaşmayı biliyor.
BAŞKAN - Peki, son.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) - Pardon, burada saniyeyi göremedim, o nedenle, kusura bakmayın.
Çok teşekkür ederim Sayın Başkan.
Çin'le ilgili bir şey de eksik kaldı, onu da tamamlayayım. Bakın, ucuz emek istiyorsunuz; bu doların buralara çıkması tesadüf değil, arzu edilmiş bir şeydir. Türkiye'de emek ucuzlasın... 4.250 liralık asgari ücret de emeği yukarı taşımıyor, Türkiye'de emek maliyeti hâlâ ucuz. Problem nerede biliyor musunuz? Teknoloji yoğun ürün üretemiyoruz; işte, eğitime, teknolojiye, bilime yatırım yapsaydık Türkiye asgari ücreti tartışıyor olmaktan çıkacaktı.
Teşekkür ediyorum, saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)